Yedinci sanatı ayakta tutmak
Türkiye’de inişli çıkışlı serüvenine rağmen ayakta kalan, büyüyen, yenilenen sinema, büyüsü ile herkesi içine alan bir dal. Siyasal çalkantıların, konjoktürel hareketlerin, ve bireysel buhranlardan kesişim kümesinde dolaşan en yeni sanat dalı. Yakın geçmişimizin cevheri olan bu yaratım, yıllarca hem dünyada hem de ülkemizde kimliğini aradı durdu. Sinema neydi, ne için yapılırdı, neye hizmet ederdi? Yönetmenler bunlara cevap aradı, deneysel işler gerçekleştirdi, kırılmalar yarattı. Onlar sorulara cevap vermeye çalışırken, her cevaptan yeni sorular da doğuruyorlardı. Teknik aracılara ve kolektif işgücüne dayalı sinema, yaratıcılığı, her geçen gün değişen dünyaya göre çeşitlendiriyor, besliyor, tartışıyordu.
Türkiye ölçeğine baktığımızda, Muhsin Ertuğrul öncülüğünde “tiyatrocular dönemi sineması” ile emekleyen, 50’lerde Ömer Lütfi Akad, Metin Erksan gibi yönetmenlerle yönünü değiştiren, ulusal sinema yaratımına yönelen, daha sonra Yeşilçam gibi seyirci bağımlı, finansal temele dayalı, manipülatif anlayıştan uzak bir yapı ile devam eden sinema, televizyonun evlerde yerini alması ile bir çöküş dönemine girmiştir. Sinema Yeşilçam’ın boyunduruğundan kurtulurken seks filmleri ile büyük bir yıkım dönemine yerini bırakmıştır. Çürümüş ulusal sinemamızı yeniden ayağa kaldırmak, Batı eksenli ve güdümlü bu yedinci sanatta hayli zordur.
Yönetmen Engin Ayça gibi isimler 70’li yıllardan itibaren salt film çekmek üzerine eğilmeyip, bir aydın duyarlılığıyla düşünsel olarak da bu kalıpları kırmak, yenilemek, yozlaşmayı durdurmak ve ulusal sinemaya bir bilinç aşılamak adına sinema dergileri çıkararak, yazarak, konuşarak da mücadele vermişlerdir. Sanatın amacına ve anlamına yönelik tartışmaları alevlendirerek, toplum ile sinema arasındaki ilişkiyi doğru zemine oturtmaya çalışmışlar, ilkeler geliştirmişler, bir duruş ortaya koymuşlardır. Bu katkılarladır ki Türk sineması dar kalıplarından kurtulurken, çürümenin ağır kokusunu üstünden atmış, hayatın ve insanın özüne, yaşamın gerçeklerine sırtını dayamış ve oradan hareketle üretmenin peşine düşen büyük sinemacılar ve onların filmlerini doğurmuştur.
İlerici sinemanın peşine düşmek
Geçtiğimiz ay yayımlanan Engin Ayça’nın sinema üzerine yazdığı bütün yazılarını topladığı “Şu Sinema Dedikleri” kitabı sinema üzerine büyük bir düşünsel mirastır. Elli yıllık sinema birikiminin satırlara düşülmesi olarak da nitelenebilir. Ancak belirtilmelidir ki, bu kitap bir anılar kitabı değildir, ve iyi ki de değildir. Eski kuşak sinemacılarımız günümüzde anılarını yazmaktan sinema üzerine iki kelam söz, öneri, savunu, tez ortaya koyamamaktadırlar, Engin Ayça ise tam da buna karşıt, sinema üzerine tarihsel akış içersinde bir zemin oluşturma sorumluluğu ile bir sinema panoraması sunuyor bize.
Engin Ayça ve kuşağı, yazıları ve filmleri ile aslında bir çocuğu büyütür. Denerler, yanılırlar, başarırlar, beğenilmezler… ama bütün bu sonuçlar, sinemamızın var olan kalıplarından taşmasını, çoğalmasını ve çeşitlenmesini sağlar. Geleneği çok uzaklara dayanmayan bu sanat dalı bu yolla giderek derinleşmektedir. Sinemaya yeni tanımlamalar arayan, sinemacıların sorunlarını irdeleyen, Türk sinemasının dışa açılmasına yollar kazan, sansürü tartışan bu isimler zor koşullarda sinemayı yaşatma davası veren insanlardır.
"Film yapmak bir ahlak sorunudur: seyirciler karşısında, gerçekler karşısında namuslu veya namussuz olmaktır, yalan söylemek veya söylememktir, kimin yanında olduğunun açık-seçik ortaya konması, gösterilmesi veya konmaması, gösterilmemesidir." Engin Ayça'nın 1973 yılında 7. Sanat dergisi için kurduğu bu cümleler idealist sinemacıların 68 Kuşağının sorgulayıcı, müdahil, politik duruşundan pay aldığının göstergesidir. "Seyirciye kendi gerçeğini yansıtmak yerine, kişilerin ve çevrenin görünüşünü benzeterek masal anlatmak" istemezler. Türkiye siyasal olarak çalkalanıyordur ve sinema bu denizin üstündeki bir gemidedir sanki. Darbelerle ve muhafazakar- liberal hükümetlerce kıskaca alınan, alçaltılmaya çalışılan sinema gerçekliğin saklanmaya çalışıldığı, toplumun yabancılaşmaya, köklerinden koparılmaya itildiği bir ortamda ilerici sinemanın peşine düşen sinema emekçileri ile ayakta kalabilmiştir.
Engin Ayça sinema gibi geniş yelpazeli bir konuyu ele alırken şunun farkındadır; bu yelpazenin her yerindeki çalışmalar kendi spesifik önemleri ve işlevleri ile vardırlar ve birbirlerinin yerini alamazlar. Onun peşine düştüğü konu “ Türkiye'de ileriye dönük bir sinemanın boyutlarını, sorunlarını, işlevini irdelemek, saptamak, tartışmaktır.” Kitap boyuca gördüğümüz, tüm yazılarında bunun için uğraştığıdır.
Galatasaray Lisesi'nden mezun olduğunda Roma'ya sinema yönetmenliği eğitimi almaya giden Engin Ayça Türkiye'ye döndüğünde Yılmaz Güney'in “Arkadaş” filminde asistanlığını yapacaktır. 1974-1986 yılları arasında TRT için çeşitli belgesel ve kültür programları hazırlar. 1987'de ilk sinema filmi “Bez Bebek”i çeker. Bu filmiyle girizgah yaptığı sinemada 1990'da çektiği “Soğuktu ve Yağmur Çiseliyordu” filmindeki özgün ve yenilikçi tarzıyla gözleri üzerine çevirir.
Soğuktu ve Yağmur Çiseliyordu
Daha ilk görüntüsünde, isimler ekranda akarken hissettirir ruhunu “Soğuktu ve Yağmur Çiseliyordu”. Bir müzik yoktur fonda, kadın camdan dışarı bakıyordur. İsimler geçerken seyircinin zihni kadının zihni ile bütünleşmek için girecek delik arar. Yönetmen Engin Ayça film boyunca kadının zihnine açılan bu delikleri yer yer açar, yer yer kapatır ve başka bir yerden başka bir delik daha açar seyirci için. Hikayeyi, karakterini ve seyircisini bir labirentin içinde dolaştırır bu yolla. Zamandan alır, seyirciye verir, seyirciden alır zamana katar ve bütün bu karmaşanın içinde dingin ve naif bir anlatı sunar seyircisine. Türk Sanat Müziği solisti Leyla Hanım'ın, çalışma arkadaşı udi Cemal Bey'in ölümü sonrası yaşadığı duygusal karmaşanın insanı geçmişe ve “anımsama” eylemine çekişini ince ince işliyor Ayça. Adeta “fark etmek” eyleminin filmini çekiyor.
2007'de “Suna”yı çeker. Sinemada az filmli bir yönetmen olarak gücünü hep diri tutan Engin Ayça son dönemlerinde sinemanın çıkış noktası olan belgesel film çalışmalarını sürdürmektedir. Elli yıllık sinema birikimini ve duruşunu yazılarında ortaya koyan yönetmen, bunu Türk sinemasına armağan etmiştir. “Şu Sinema Dedikleri” kitabına baktığımızda sinema mı onun içine düşmüştür yoksa o mu sinemanın içine düşmüştür bilinmez ama ikisinin de birbirini beslediği, doyurduğu açıktır. Engin Ayça'ya saygıyla...
Şu Sinema Dedikleri
Engin Ayça
Artshop Yayıncılık
488 s.