Yeni Dönemin Yeni Kodları Ve Mecburiyetleri Üzerine: (2)
Bilmem farkında mısınız? Bir süredir televizyon tartışmalarına da yansıdı: Türkiye’nin sözüm ona bilmem “ne”ci, “ne”yin savunucusu, hangi siyasi görüşte olurlarsa olsunlar -söz gelimi sözde sol, Atatürkçü, cumhuriyetçi vb. - kendi cephelerini “ilerici” olarak tanımlayan çevreler ısrarla ve körlemesine bir zamanlar savundukları değerlerin tam zıddı bir tutuma girmiş oldukları ve öyle davrandıkları için de doğal olarak kendi vazgeçilmez var oluş değerleriyle çelişen, asıl varlıklarını yok eden bir dizi geri vitese doğru savruldukları görülüyor.
Öte yandan bu çevrelerin yine bir zamanlar “gerici” olduğunu söyledikleri çevreler ise neredeyse onların terk ettikleri değerleri tam ya da yarım yamalak da olsa “gelecek” kaygısı ya da ulusal, toplumsal ve insani değerler bağlamında yeni yeni anti emperyalist söylemler geliştiriyorlar.
Fakat bu iki kesimin birbirine zıtmış gibi gelişen tarafları da toplumsal “etki” olarak aynı
hoyrat ve eksik değerli tonlara ve duyarlıklara sahip görünüyor ne yazık ki?
Yani bir zamanların “anti”cileri kabule, “kabul”cüleri ise redciliğe vb. doğru evrilmiş.
Bunu önce de yazmıştım: bir bakıma Cumhur İtifakı “Cumhuriyet” ile, “Millet İtifakı” ise “Millet” ile sorunlu bir ilişki içinde açık bir deyişle.
Hangi nedenlere dayanırsa dayansın bunun akıla dayalı bilimsel ve kabul edilebilir hiçbir nedeni yok!. Fakat Türkiye ve geleceğimiz için alabildiğine trajik ve tarihsel bir kırılganlık oluşturduğunu söylemeye bile gerek yok sanırım?
Kanımca bu süreç aslında daha 15 Temmuz darbe girişimi öncesinden başlamış gibi görünse de esas olarak geliyor olan yeni bir dönemin değerleri, yeni kodları, mecburiyetleri ve olanaklı kapasiteleri üzerinden hareketle günümüzün yeni değerlerine doğru sabır ve uyanıklık gerektiren yeni bir yola doğru yükselerek ilerliyor.
Her ne kadar henüz “demokrasi”, hukuk, ulusal, bağımsızlık, kendi öz olanakları, çağdaşlaşma vb. değerler bağlamında yeterince olgunlaşmamış olsa da temel değerler cumhuriyet, Atatürk, bağımsızlık, vatan toprağı bütünlüğü ulus birliği vb. değerler üzerinde olumlu ve hızlı bir gelişme söz konusu.
Bu sonbahar, askeri ve siyasi olarak “Barış Pınarı” harekatıyla önce Amerika, sonra da Rusya ile girilen sürecin ateşiyle sonra da Cumhuriyet bayramı ve Atatürk’ün ölüm yıldönümüne yönelik yoğun kitlesel uyanış umut verici fakat ideolojik ve siyasi bağlamda yine de zaaflı.
Yani Türkiye son birkaç yıldır ve özellikle de son aylarda Cumhuriyeti ve Türkiye’yi yeniden keşfediyor. Daha da edecek göreceksiniz. Çünkü aklın yolu bir ve artık toplumsal sallapatiliğe, basiretsizliğe ve yıkıcı şaşkınlığa hiç kimsenin hiçbir çağdaş değerin tahammülü dahi yok.
Burada tipik olan bir zamanların statükocu “dini müteddiyen” kesimlerin bazılarının da neredeyse 100 yıl sonra zorunlu olarak Cumhuriyet keşfine başlamış olması. Sözüm ona keşfetmiş olanların bir bölümünün ise keşfettikleri şeyin ne olduğunu neredeyse unutmuş ya da yeniden keşfetmeye geçmiş olmaları.
ÇAĞDAŞ SANATTA DA BENZER DURUM SÖZ KONUSU
Aslında aynı durum çağdaş düşünce, sanat ve kültür alanlarında da söz konusu. Çünkü görülen o ki kuramsal olarak sanat ile çağdaş sanat ya da liberalizm ile neoliberalizm, sosyalizm, kapitalizm, emperyalizm, küreselleşme, özgür düşünce, kültür, bilim, kavram, form vb kavramları birbirine iyice karıştırılmış durumda ne pazık ki?
Dahası, çağdaş sanatın kamusal kavramı bağlamında sözüm ona “kamusal alan” adına “siyasi söz” söylemesi ile siyasetin çağdaş sanat yapma yöntemleri / formülleri arasındaki incecik “gönüllü” çizgi neoliberal küreselleşme lehine iyice dağılmış durumda.
Yani “siyasetin sanatı” ile “sanatın siyaseti” arasındaki gidişli gelişli kadim “masumiyet” çizgisi bile aynı biçimde küreselleşme politikaları lehine kullanılır duruma düşmüştür önemli ölçüde.
Oysa yeni çağdaş “sanatın ideolojisi” ile “ideolojinin sanatı” arasındaki olmazsa olmaz alan kuramsal alan ideolojisi ister neoliberal, ister küresel, ister cemaatleşerek ister sözde toplumcu / halkçı vb. sanat dışı gerekçelerle yapıldığı edilecek sözde sanatın sanat olmadığı ve olamayacağı çok açık.
Kaldı ki zaten çağdaş siyasetin, hukukunun, toplumsal değerlerin, kişisel niyetlerin ya da renklerin bile henüz yerine oturmadığı bir alanda neoliberal küreselleşme ya da onun tam karşısında olduğu iddia edilen siyasetlerin yapılmasını önerdikleri sözde sanatın nasıl sanat olarak kabul göreceği düşünülebilir ki?
Yani demem o ki, kabahati bir başkasına atıp da bir zerrecik bile olsa kendine hiç bakmamak, yaptıklarını gözden geçirip bakış açını, yolunu yöntemini eleştirmemek, yeni bir yol aramamak da yaşanan büyük ideolojik düş;ünsel kaosun, çıkmazın suç ortaklığıdır sonuçta.
Göreceksiniz bu yeni dönemde Türkiye, kendisini var eden anti emperyalist milli savaşı, onun ideolojik temelini ve onun sonucu olan Cumhuriyet kavramını yeniden yeniden keşfettikçe çağdaşlaşmanın aslında ne olduğunu da ve çağdaş sanatı da yeniden yeniden keşfedecek!
(Devam edeceğim!)