Yeni dünya manzarası
Yaklaşık 20 yıl önce, televizyonların başında benzersiz ışık oyunlarından ibaret tuhaf bir savaş seyrediyorduk. Gün ışıyınca, Irak’ın işgal edildiğini gördük. Aynı anda sosyal demokrat Tony Blair’in sesini duyuyorduk. Dünya artık küçük bir köydü ve “nerede insan hakları ihlali varsa oraya cehennem zebanisi gibi çökmek bizim tanrısal misyonumuzdur” diyordu. Çökebildikleri yerlere çöktüler, yakıp yıktılar. Buralara barış ve demokrasi getirip yeni-anayasalar diktiler.
Aynı zaman diliminde bir de “renkli devrimler”e tanık olduk. Giysileri renkli, pankartları renkli, genç, sıradan ve zekice şeyler söyleyen aktivistler -ilginçtir, dünyanın neresinde ortaya çıkarlarsa çıksınlar birbirlerine çok benziyorlardı-, özgürlük ve demokrasi istediler. İsteklerimiz yeni-anayasalarla kalıcı kılınsın talebini yükselttiler.
*
İşte bütün bu süreçte dinciler, etnikçiler, solcular tek cephe oldular. En başta Hristiyanlık olmak üzere, her tür din, kendi ümmetini böldüğünü düşündüğü ‘ulus/millet’ten kurtulma fırsatına kavuşuverdi. Dünyanın tüm etnik toplulukları, küreselciliğin kendilerine ‘kendi kaderlerini tayin hakkı’ için bol silah ve mühimmat sunduğunu gördü. Küreselcilikte kendi enternasyonalizm ülküsünün yansıması olduğunu zanneden solculuk da, “biz yapamadık ama nesnel koşullar kapımıza getirip koydu” deyip küreselciliğe sarıldı.
Bu gelişmeler herkesi sardı. Solcusu da sağcısı da, muhafazakârı da liberali de, etiketi her nasıl takılmışsa tüm siyasal kesimler, yıllarca aynı yollarda yürümüş olanlar, yanı başındaki dostundan ayrı düştüğünü gördü.
Yeni dostlarla ortaklık için ‘diyalog ve hoşgörü’ platformları kuruldu. Eski kızgınlıkları törpüleme operasyonları! Yeni dostlar ‘yeryüzü sofraları’ kurdular. Aynı kaptan yemek yiyerek yeni ortaklıklar
inşa etme girişimleri! Yeni ittifaklar aralarındaki çatlakları ‘yetmez ama evet’ diye işaretleyip kol kola girdiler.
Az zaman değil. Nereden baksanız 30 yıl.
*
Ama artık herkes tam kendi etiketini alnına yapıştırmaya hazırlanırken, işler tersine döndü.
Küresel düşün yerel davran çığlıkları kesildi. Ulusun yerine insanlık, vatanın yerine yerküre doğdu diyenler, kendi evlerinde tahtlarından edildiler. ABD’de bir yanı muhafazakâr bir yanı sosyal demokrat Reagan - Bushlar - Obama - Clintonlar zinciri kırıldı. Dünyaya taşıdıkları “renkli devrimcilik”, bir anda kendi sokaklarına döküldü.
Açgözlü küresel sermaye eskisinden de daha zengin oldu, belli. Bir yandan dünyanın mazlum milletlerini, bir yandan kendilerine mesken tuttukları ülkelerin insanlarını yoksullaştırarak zenginleştikleri sır değil. Küreselleşme adı altında, dünyanın gelir eşitsizliğini hem ülkeler arasında, hem sınıflar arasında, hem de kişiler arasında bugüne dek görülmemiş boyutlara getirdiler. Ve önce mazlum milletlerce kovuldular. Şimdi emperyalizmin meskenlerinde renkleniyorlar.
*
Obama - Trump yarışı emperyalizmin küresel tekelci sermayesi ile emperyalizmin tekelci devlet kapitalizmi arasındaki savaştır. Son otuz yıldır dünya genelinde ulusal devlete savaş açan ve insanları birbirine kırdırıp sonra ‘çözüm süreçleri’ne gömen kanat kaybetti. Kazanan ise, 20. yüzyıldan tanıdığımız ‘askeri-sınai kompleks’ten güç alan başka bir saldırgan kanat.
Emperyalizmin iç-kavgaya tutuşması, küresel sermayenin zaferinden iyidir. Yeni yetmeler gibi o’cu - bu’cu olmak zorunda olmadığımızı görüp, dünya ahvalini analiz edelim.
İlk olarak da, küresel(ci) sermayenin başlattığı yeni-anayasacılığın artığı olan bugünkü anayasa değişikliği macerasından vazgeçelim. Devlet aklı işlesin, ülkeyi ve halkı korusun. Böyle bir zamanda devleti koruma işini halka havale etmenin akılcı bir tarafı yok.
İktidarın aklı tutulmuş mu?
O halde doğası gereği halkı ikiye bölen evet - hayır kamplaşmasının vebali, sorumlusunun boynuna!