26 Kasım 2024 Salı
İstanbul 11°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Yeni Ekonomi Programı ve Ekonomimiz-1

R. Bülend Kırmacı

R. Bülend Kırmacı

Eski Yazar

A+ A-

Geçtiğimiz 29 Eylül 2020 günü, Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak, Yeni Ekonomi Programı’nı (YEP) açıkladı. Öncekilerden alışıldık bir kestirme tabirle bu programa “paket” de diyebiliriz. Bu paketin en önemli yanı, kısa bir süre içinde TBMM’de başlayacak olan “bütçe maratonunda” 2021 bütçesi temellendirilirken, “anahtar işlevi” görme olasılığıdır. Cumhurbaşkanlığı Hükümet sisteminde teknokratik düzenlemelerin bürokrasiye “yön verdiği” ve Millet Meclisindeki denetleyici ve düzeltici faaliyetlerin eskisi kadar “etkili olmadığı” bilinmektedir. O nedenle bu “son paket” için, ülkemiz ekonomisinin 2021 ve 2023 yıllarındaki “pusulası” da denilebilir. Ne var ki, bu pusulanın bizi dünya rekabet denizinde salim limanlara eriştirmesi; milli gelir, borçlanma, istihdam ve yatırımlar açısından Türkiye’yi yeniden kalkınma rotasına sokması zor görülmektedir.

EKONOMİ PAKETLERİ VE EVLERE SERVİS

Gerçekten, AK Parti iktidarı ve sayın Bakan tarafından daha önce de “açıklanan” paketler oldu… 10 Ağustos 2018’de “dengeleme ve istikrar” adına; 20 Eylül 2018’de “disiplin ve dönüşüm” adına; 9 Ekim 2018’de “enflasyonla topyekun mücadele” adına; (art arda üç ayda üç paket oluyor!) 10 Ocak 2019’da “KOBİ’ler için krediler” adına; 10 Nisan 2019’da “Bankalar eksenli yapısallık” adına; 23 Mayıs 2019’da “verimlilik ve milli endüstri” adına paketler açıklandı; o arada salgının ekonomide neden olduğu hasarlar için geride bıraktığımız ilkbaharda aşağıda anımsayacağımız gibi bir de istikrar kalkanı paketi kamuoyuyla paylaşıldı… Tüm paketler de olduğu gibi bu son paket de, umutların, iyi niyetli temennilerin diliyle ve ana akım medya eliyle ta evlerimize kadar girdi; servis edildi. Peki biz bu noktaya nasıl geldik?

ASRIN YANILGISI YILLARIN YANGINI

Türkiye, 24 Ocak Kararlarının açtığı yoldan yeni-liberal söylemlerin sağanağından özelleştirme ve borçlanma batağına saplandı. Kayıt-dışılık, kuralsızlık, sosyal-devlet karşıtlığı her yanı sardı, devlet piyasayı denetlemekten, kamu iktisadi kuruluşları arz-talep dengesine katkı yapmaktan uzaklaştırıldı. Ultra-kapitalizmin dümen suyundan yol almaya çalışan kimi ülkeler de bizim gibi, asrın yanılgısından paylarını aldılar. Nihayet 15 Temmuz 2016 “gladyo darbe girişimi” büyük bir kırılma yarattı. Bu “milattan” sonra Atlantik sisteminin bölücü siyaseti giderek ve hızla kavranmaya başlandı. Ancak aynı Atlantik sisteminin, Avrupa Birliği'yle, Gümrük Birliği'yle “süslü püslü” borçlandırıcı iktisadi siyaseti tedricen anlaşılmaya başladı.

Tüm bu süreçlerde ve şimdilerde dört cepheden “kuşatma” altına alınmak istenen Türkiye, yurtdışı mahreçli borsa-döviz-borç faizi kıskacıyla operasyonlara maruz bırakılmak istendi. Bütün bunlara, vatanseverler hep beraber direndi… Türkiye sanayisiyle, işçisiyle, işvereniyle, öğretmeni, sağlıkçısıyla, aydınlarıyla direndi!

Tasarrufun, yatırımların, vergi adaletinin, “para basma hakkımızı kullanmamız” gereğini o günlerden bu günlere dillendirdim. Çözüm önerilerine naçizane katkı yapmaya çalıştım. Fakat özelleştirmelerle, faizlerle, dış borçlanmayla uzun yıllar devam-edegelen ekonomideki yıkım ne yazık ki kısa vadede değişmedi ve yıllardır neden olduğu yangın henüz sönmedi... Gerçekten sayın Bakan göreve geldiğinden bu yana geçen sürede yaklaşık 5 TL’den işlem gören dolar keskin bir değerlenmeyle 8 lira sınırına dayandı.. Öte yandan işsizlik ise resmi verilere göre %10,8’den, %13,4’e yükseldi.. Yılbaşında asgari ücret 370 dolar ederken bugün 285 dolar civarına denk geldi… Açıktır ki; yılların yanılgısından arınıp, ekonomideki yangını söndürmek bir paketlik bir iş olmayıp, paradigmada değişimi, kapsayıcı reformları gerektirir.

YEP’İN İÇ KARARTAN TESPİTLERİ

Hedeflenen Enflasyon, Gerçekleşen Enflasyon çelişkisi…

Yeni Ekonomik Program (YEP), enflasyon, kamu girişimciliği, istihdam açısından “yeni” bir anlayışı yansıtmıyor. Bu açılardan 24 Ocak’ın radikal emek karşıtlığı ile 90’ların ikinci yarısında biraz olsun damıtılan ancak temel niteliği özelleştirmeci olan anlayışı arasında melez bir yerde duruyor. Program ne tam olarak serbest piyasacı ne de asla yüreklice kamucu! Olsa olsa hafifletilmiş özel sektörcü denilebilecek bir yaklaşımı sergiliyor… YEP’in, sosyal yardımlarla takviye edilmiş liberal anlayışı üstün tutan veçhesi bir çok paragrafta karşımıza çıkıyor. Bu olgu enflasyonun hesaplanmasında ve maaş ve ücretlerde enflasyon farkının belirlenmesinde kendini ortaya koyuyor. Örneğin, Yeni Ekonomi Programı (YEP) ile, geçmiş / gerçekleşmiş enflasyon yerine “bu programın, bu paketin” öngördüğü “muhtemel enflasyon” temel alınarak, ücretlere zam yapılabileceği öngörülüyor… Oysa, bir ekonomide özellikle yurttaşlar için “hedeflenen enflasyon” değil “gerçekleşen enflasyon” önemlidir. Eğer hedeflenen enflasyon daha önemliyse; aynı mantıkla; benzine, doğalgaza, temel tüketim maddelerine de “hedeflenen enflasyona” göre zam izni verilmesi gerekmez mi? Buna karşılık hayat hükmünü icra ediyor: Daha dün bir “ara nağme” olarak elektriğe % 5,7 zam geliveriyor… O arada, Yeni Ekonomi Programı’na (YEP) göre bu yılsonunda yıllık enflasyon % 10,5 olacak deniyor. Bu,, hesapça, enflasyonun, yılın ikinci yarısında yüzde 4,75 daha artması demek; bu da, yılın ikinci yarısı için % 4 zammı önceden almış bulunan memur ve emeklilerine sadece 0.75 zam yapacağız anlamına geliyor…

Madenler ve doğalgazda özelleştirme kapıları aralanıyor…

Öte yandan Yeni Ekonomi Programı (YEP)’nda “kamuya ait taşınmazlar ve atıl tesisler, milli ekonomiye katkı sağlanması için katma değer oluşturacak şekilde istihdam, yatırım / üretim amacıyla değerlendirilecek” denmektedir ki, bu, özelleştirmeci bir limana varabilecek “açık uçlu” bir tespit olarak da okunabiliyor… Bunun yerine içinde bulunduğumuz ve herkesin kamuculuğu keşfettiği bir dönemde, kamucu işletmecilik anlayışının daha yürekten ve yüksekten seslendirilmesi gerekirdi; bu yapılmamış görünüyor. YEP konusunda kimi analistlere göre bir de madenler konusu var ki yine özelleştirmeci bir mantıkla adeta yürek yakıyor. Madenler için “bulunan rezervler, kamu / özel iş birliğinde yeni model finansmanla ekonomiye kazandırılacak” deniyor. Ekonomide, iş yaşamında, finansman kimdeyse yetki de nema da ondadır gerçeği hatırlanınca ve bu gerçek yeni sayılır bir sahaya yansıtılınca, bu madenlerde veya doğal rezervler üzerinde finansman açısından tümüyle veya büyük ölçüde tesis edilecek yerli veya yabancı özel işletmeciliğin bir süre sonra tüm inisiyatifi ele alması kaçınılmaz görünüyor… Bunun da pratikteki tercümesi, madenlerde hatta yeni bulunan doğalgaz deniz rezervlerinde özelleştirme iştahının kamçılanması olarak okunuyor.

İstihdama Bakış Açısı ve Kıdem Tazminatı…

Yeni Ekonomi Programı (YEP) konusunda en temel eleştirilerden biri de istihdama bakış açısında beliriyor. Gerçekten, ilkin 2010’dan sonra tedavüle sokulan ve 2014’lerde emeğin kazanılmış haklarına darbe vuracak şekilde geliştirilen “Ulusal İstihdam Stratejisi” ve geçen Haziran’da vaaz edilen “İstihdam Kalkanı” esnek çalışma, taşeron işçilik, özel istihdam büroları, kıdem tazminatı fonu gibi ana başlıklar açısından çağdaş bir yaklaşım demeyi zorlaştıran düzenlemeleri teşkil ediyor.

Nitekim, çok değil bu yaz aylarının başında “istihdam kalkanı”ndan dem vurulurken, bir arada iki derede, kıdem tazminatının kadük hale getirilmesi hatta fiilen ortadan kalkması anlamına gelecek düzenlemeler, son anda, belki de son virajda önlenmişti. O günlerde, kıdem tazminatının “içinin boşaltılmasının” yalnız emeğin kırmızı çizgisinin çiğnenmesine değil aynı zamanda kayıt-dışılığı artıracak ve ülkemizi çağdaş çalışma ilişkilerinden uzaklaştırarak doğrudan yabancı yatırım çekmesini dahi güçleştirecek bir adım olduğunu belirtmiştim. Özcesi, o günlerde, kıdem tazminatına “el atılması” sadece emekçinin değil girişimcinin de, bütün bir toplumun da aleyhine olur demiştim. Bu konu bugün harlandıysa, ısıtılıp sofraya sürüldüyse, bu tespit de taptazedir ve bugün de geçerlidir. Bunun yanı sıra Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak YEP ile ilgili tespitlerini açıklarken, “esnek çalışmayı yayacaklarını, işsizliği azaltacaklarını” belirterek, “25 yaş altı ve 50 yaş üzeri çalışanlar için daha esnek çalışma koşullarından” dem vurdu. Dahası iktidar kanadı tarafından bir başka koldan sürdürülen çalışmalarda görüldüğü üzere, esnek çalışmayı özendirmek kadar, kıdem tazminatını yılların maaş ortalaması temelinden değil, esnek çalışma üzerinden ve son aylığın çeperinde belirlemek isteyen düzenlemeler de, emeğe ağır darbeler içermektedir. Tüm bunlardan vazgeçilmeli, kıdem tazminatına dokunulmamalı, esnek çalışma değil, kurallı, kayıtlı çalışma özendirilmeli.

Yeni Ekonomi Programı ve Ekonomimiz adlı yazımın ikinci bölümünde, açıklanan paket bağlamında ve ülkemiz ekonomisi genelinde değerlendirmelerimi sürdüreceğim…