Yeni Ekonomi Programı ve Ekonomimiz-2
29 Eylül 2020 günü, Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak tarafından açıklanan “Yeni Ekonomi Programı’nı (YEP)” bağlamında birinci bölümü 7 Ekim 2020 günü yayınlanan yazımın ikinci bölümünde de gerek açıklanan söz konusu “paket” gerek ekonomimizin geneli hakkında değerlendirmelerimi paylaşmaya devam ediyorum…
EKONOMİDE KİMİ OLUMLU GELİŞMELER
Türkiye Ekonomisi Direniyor!
Yeni Ekonomi Programı (YEP) bazı yönlerden olumlu tespitler ve niyetler de içermektedir. Paketin kapsamında üretimin desteklenmesi, rekabet gücünün artırılmasına ilişkin tespitler var. Ancak reel ekonomi açısından “artı” sayılabilecek ve de paketin ruhuna uygun sayılır gelişmeler daha çok yaşamın içinde beliriyor, hayatın içinden okunabiliyor: Her tülü zorluğa karşın KOBİ’ler direniyor nispeten istihdamı koruyor, savunma sanayi gelişmesini sürdürüyor, güven veriyor…
Esnafa Kredi Desteği…
Geçenlerde yapılan bir açıklamayla bir kamu bankamız, 735 bin esnafımıza 18,2 milyar TL nakdi işletme kredisi sağlamıştır. Umarım ki, bir milyon dokuz yüz kırk beş bine yakın esnaf ve sanatkarın Bağ-Kur prim borçları da “affedilir” ve kredi borç “faizleri” olsun bir defaya özgü olarak silinir diyerek, bu gelişmeyi ekonomi bilançomuzun artısına yazıyoruz.
Tarım Keşfediliyor!..
Kendi kendine yeten bir ekonomi, gıda güvenliği ve yaşam kalitesi açısından tarımın önemi giderek daha iyi anlaşılır ve gereği yapılır hale geliyor... Salgının ekonomimize darbelerini indirmeye başladığı anlarda “Tarım, Aşil’in topuğudur” diyerek bu konuya dikkat çekmiştim. Böylesi bir salgın etkisi olsa da olmasa da tarım geleceğimizin teminatıdır. Bu anlamda, basına da yansıdığı gibi, 6 pilot ilde 60’ar dönüme kadar Hazine arazilerinin çiftçilere 10 yıl süreyle kiralanarak üretime katkı yapılması kararlaştırılmış bulunuyor. Bu da yüz güldürücü bir gelişmedir, geliştirilmelidir.
Faizsiz Konut Kredisi
Yine basına yansıyan bir başka gelişme de ekonomimize katma değer sağlayacak bir adımı oluşturuyor. Faizsiz konut kredisi! İnşaat sektörüne de katkı yapacak ve ivme katacak bu gelişme bir başka anlamıyla faiz açısından bankaların sınırlandırılmasına da yarayabilecek. Bu gelişmeyi de ekonomimizin artı hanesine iliştirmek ve sonuçlarını beklemek durumundayız.
Sağlık Odumuza Destek, Ailelere Sosyal Yardımlar…
Geçenlerde sağlık ordumuzun ücretleri temelinde yapılan ek ödemeler, aile hekimliği personelinin gelirlerine takviyeler yapılması, çok yerinde bir tutumu, bir tercihi oluşturuyor… Bu zorlu süreçte fedakarca görev yapan sağlık emekçilerimize ne verilse azdır, bu katkılar sürdürülmelidir.
Öte yandan yardıma muhtaç sekiz milyona yakın haneye bir defa da olsa 1000’er TL destek olunması -yeterliliği bir yana- değerli bir tasarruftur. Bu süreçte ulusumuza yaraşır dayanışma ve yardımlaşmamız bugün için aile yapısını ayakta tutmak kadar yarın “hayat normale” döndüğünde, rekabet ve verimlilik açısından da hazır olmamızı sağlayacak bir yaklaşım olarak benimsenmelidir.
ZORLAYICI KESİTLERİYLE EKONOMİ
Milyonerler de Yoksulluk da Artıyor
Medyaya yansıyan bir habere göre; Ağustos sonu itibariyle ülkemizde milyoner sayısı 294.454 ve toplam mevduatları 1 trilyon 850 milyar 99 milyon TL’dir. Ayrıca yurt dışına yerleşen milyoner sayımız da 32 bin kişiye ulaşmıştır. O arada MASAK kaynağı bulanık şekilde yurt dışına “çıkarılan” paraların peşine düşmek durumunda kalmıştır. Ancak bir diğer yandan TÜRK-İŞ’in bir araştırmasına göre, (2020) Ağustos ayı için dört kişilik bir ailenin sağlıklı, dengeli ve yeterli beslenebilmesi için yapması gereken aylık gıda harcaması tutarı (açlık sınırı) 2.383,76 TL, gıda harcaması ile birlikte giyim, konut (kira, elektrik, su, yakıt), ulaşım, eğitim, sağlık ve benzeri ihtiyaçlar için yapılması zorunlu diğer aylık harcamalarının toplam tutarı ise (yoksulluk sınırı) 7.764,69 TL’dir. Yirmi milyondan fazla yoksul insanı ile Türkiye’miz dünyanın gelir dağılımı en bozuk ülkelerinden birisidir. Bu tabloyu taşıyamayız!
İstihdam ve İşsizlik Yaman Sorun
Türkiye’miz için işsizlik en yakıcı, en yaman, en üzücü ve düşündürücü sorun halindedir. Ülkemizde 28 milyon 58 bin çalışan vardır; %34’ü kayıt-dışıdır. 18 milyon kayıtlı çalışana,
13 milyon emekli vardır. Yaklaşık dört çalışana 1 emekli karşılık gelmektedir; aktüeryal dengemiz sorunludur. Öte yandan, işsizlik oranı yıl sonu için 2020 yılı için % 13,8 olarak ön görülmüştür. Geniş tabanlı işsizlik çoğu zaman dert edilmemekte, hele ki eğitimli işsizler ordusu göze bile gelmemektedir. Sanayimiz tarım alanından sökün veren insanlarımıza iş sağlamadan uzak, tarım alanı ise mevsimlik iş gücünün sorunları bir yana, doyurucu bir kıvamdan yoksun bulunmaktadır. Öte yandan, işsizlik oranında iş gücüne katılım oranı önemlidir. Biz iş gücüne katılım oranımızı %55 alırsak, 83 milyon nüfusumuza göre işsiz sayımız 8.5 milyondur. Bu verilerle ve kamu üretken yatırımlarındaki eksikliklerle, Sayın Bakanın hedef olarak koyduğu “Gelecek yıl 1.300.000 kişiye iş sağlanması” gerçekleşmesi güç bir vaat olarak belirmektedir.
Enflasyon Mutfağı Yakıyor
Türkiye’nin bir temel sorunu da enflasyon yani hayat pahalılığıdır. Enflasyonda hesaplama yöntemlerine dair ciddi tartışmalar yaşanmakta, “söylenilen ile yaşanılan arasında ciddi bir makas” bulunmaktadır. İşte o “makas” gündelik geçim için bile aileleri “ihtiyaç kredisi” kullanmaya mecbur edebilmektedir. Günümüzde toplam kredi hacmi içinde işletme kredileri ile ihtiyaç kredilerinin at başı gidiyor olması ekonomi için bir garabetin tescilidir. Yeni Ekonomi Programı’nda enflasyon bu yıl için %10,5, 2021 için %8, 2023 %4,9 olarak ön görülmektedir. Buna karşılık, salt gıda açısından bakıldığında, son on iki ay itibariyle artış oranı yüzde 15,79, yıllık ortalama artış oranı ise yüzde 12,67 olarak hesaplanmıştır. Türkiye maliyet ve talep enflasyonunu bir arada deneyimlemektedir. Üretimimiz artmadan, tüketiciye aracısız tedarik zinciri sunulmadan, tarım yeterince desteklenmeden ve ara malı üretimine ivme kazandırılmadan, hele ki, kamudan başlayan tasarruf anlayışı yaygınlaşmadan bu tablodan kurtulmak olası değildir.
Kamu Borç Stoku ve Bütçe Açığı Artıyor
Türkiye’nin bir yakıcı sorunu da kamu borçlarıdır. Kamu borç stokunun iki yıl önce %28 olan milli gelire oranı günümüzde %40’lara ulaşmıştır. Gerçi gelişmiş ülkelerde de kamu borçluluğu bir ölçüye kadar vardır, ancak, ülkemizin sorunu, kamu borçlarının %15 gibi yüksek faizlere ve uzun vadelere tabi olmasıdır.
Öte yandan, bütçe açığımız da alarm vermektedir. Kısa bir süre içinde TBMM’nde görüşülecek bütçede kamu çalışanları maaş ödemeleri ve SGK primleri 600 milyar TL ile toplam vergi gelirlerinin %85’ine karşılık gelmektedir. Öte yandan bütçede 290 milyar TL faiz yükü teşkil olunursa, bu da, toplam vergi gelirlerinin % 37’sine karşılık gelecektir. Yani maaş, transfer, faiz dışında vergiden ayırıp yatırıma harcayacak kaynak kalmamaktadır.
Vergi adaletsizliği ve Özelleştirmenin zararları
Bu da vergi adaletsizliği, savurganlık ve partizanlıkla yaralı bir ekonomiyi henüz üretkenliğe, verimliliğe, sosyal adalete ve rekabete yönelik tanzim edemediğimiz anlamına gelmektedir.
Yıllardır adeta bir “takıntı” halinde uygulanan özeleştirme anlayışı kamu yatırımcılığını dumura uğratmış, fiyatlar genel dengesinde bozucu etki yaratmış, istihdam erozyonuna yol açmıştır. Özelleştirmenin bütçe açığını kapamada da derman olmadığı açıktır örneğin on yıl boyunca özelleştirmeden 50 milyar dolar gelir elde edilmişken Türkiye sadece bir yılda borç faizlerine bu parayı aktarmak durumunda kalan bir ülkedir. Öte yandan vergiyi de kazançtan, kardan değil, ücretliden kaynağından ve zamlarla dolaylı yollardan tahsil etmekteyiz, ki, ülkemizde dolaylı vergilerin oranı %72 dolayındadır.
Cari Açık ve Dış Ticaret Açığımız
Türkiye 38 milyar dolarla dünyada en fazla cari açık veren 4. ülke konumundadır. Milli paramızın değeri düşmekte, rekabet gücümüz artmamaktadır. Milli gelirimizi 702 milyar dolar alırsak ve cari açığımızın milli gelire oranı yüzde 3,5 kabul edersek; 25 milyar dolara varan bir cari açıktan söz ediyoruz demektir. Bu rakam, inşaattan, turizmden beklediğini bulamayan bir ülke için çok zorlayıcıdır. Türkiye’miz bir an önce yabancı para birimlerinden oluşacak kazanımlarını artıracak şekilde dış ticaretini derinleştirmek ve zenginleştirmek zorundadır.
İhracatımız ithalata dayalı
İhraç mallarımızda ithal girdi oranı % 80’ler gibi “absürt” bir düzeydedir. Ara mal üretimi ve hammadde tedariki açısından ulusal kaynakları değerlendirme açısından yetersiz bir durumdayız. Toplam ihracatımızın yüzde kırkından fazlasını yaptığımız Avrupa’nın dış ticaret açığımızdaki payı yüzde üçtür. Dış ticarette en büyük “ortaklarımız” olan Rusya ve Çin ile olan ticaretimiz dış ticaret açığımızın üçte ikisini teşkil etmektedir. Rusya’dan doğalgazı Avrupa’ya göre en pahalı satın alan ve satın alma garantisi veren bir ülkeyiz. Çin ile olan ticaret hacmimizi henüz teknoloji transferi ve/de katma değer açısından zenginleştirmiş değiliz.
Denetimsiz Piyasa Ekonomisini Aşmalıyız
İktidar, bu salgın süreciyle geçtiğimiz ilkbaharda ekonomide bir “İstikrar Kalkanı” paketi hazırlamıştı. Kimi olumlu yönlerine karşılık ilk incelemede pakette, tarımın, öğretmenlerin, bankalara (bireysel/şirketler) kredi borçlularının, işsizlerin sorunlarının eksik olduğunu ilk tespit edenlerden biriyim. Yaza yaza, konuşa konuşa diğer uzmanların da çok değerli katkıları ile bu eksikler zaman içinde kısmen giderildi. Bu salgın süreci, ulusal dayanışmaya katılmada ayak direyen “özel eğitim”, “özel sağlık” kurumlarıyla özelleştirmeciliğin ve bankaların yabancılaştırılmasının sakıncalarını gözler önüne serdi; öte yanda, kapitalist Batı sisteminin kendi vatandaşları açısından bile sosyal devlet olmanın gereğini ihmal eden uygulamalarının hafızalara kazınan etkisiyle; Türkiye, kamuculuğu eksik gedik de olsa, zımnen de uygulansa; adeta keşfetti! Öyle umalım ki, kamuculuk anlayışı gelişir ve bir daha denetimsiz serbest piyasanın başı-bozuk koşullarına dönülmemesi için gereken tedbirler alınır…
Yeni Kapılar Açmak Zorundayız
Bundan daha vahim olarak yıllarca “Gümrük Birliğinde” kayıplara uğradık, Avrupa Birliği kapısında oyalandık; üçüncü ülkeler hatta komşularımızla bile ticaret kısıtlamaları ile karşı karşıya kaldık. Buna karşılık, Türkiye, son yıllarda Afrika dahil yeni pazarlara açılmak çabasında ve “ambargoları kırmak”, dış ticaretine derinlik, çeşitlilik ve zenginlik katmak arayışındadır. Bu arayışı sabırla sürdürmeli, eski ilişkilerimizin yanı sıra yeni kazanç kapılarını açmalıyız.