’Yeni’ merakına eski bir tanı
Aşağıdaki satırlar 1651 tarihli bir kitaptan... Başka bir ülkedeki “değişik yönetim biçimini örnek almak, insanları sık sık yönetim biçimini değiştirmeye yöneltir.... Çünkü insan doğasının kendisi yeniliği arzu etmeye yatkındır. Dolayısıyla insanlar, yenilik sonucunda zengin olmuş ülkelere komşuluktan ötürü yenilik yapmaya tahrik edildiklerinde, onları değişime davet etmiş olanlardan memnun kalmamaları ve kargaşanın devamından zarar görseler de ilk başlangıçları sevmemeleri, imkansızdır; tıpkı uyuz olmuş köpeklerin artık acıya tahammül edemez hale gelinceye kadar kendi tırnaklarıyla kendilerini hırpalayıp durmaları gibi.”
Bundan 365 yıl önce yazılmış olan bu satırların sahibi Thomas Hobbes adlı İngiliz yazar. Ünlü kitabı Leviathan’da yazmış, Yapı Kredi yayınlarının 1992 tarihli çevirisinde 229. sayfada duruyor.
***
“Dünya”nın yaptığı gibi yapmak hikayeleri, bizde elbette çokça var.
Ama 1980’li yıllardan bu yana dalgalar halinde yaşadığımız ‘AB yenilikçiliği’ ve ‘küresel dünyaya uyum’ diye diye peşinde yuvarlandığımız sözde değişimler, dönüşümler ve yenilikler, aynı zamanda her birimizin kişisel yaşamlarımızın da bir parçası.
***
AB üyeliğiyle gelecek büyük yenileşmeyle coşanların yazılarını kendi gözlerimizle okuduk. Sözlerini, televizyon ekranlarından kendi kulaklarımızla duyduk: “Yunanistan ile İspanya’ya bak! AB üyesi oldular, öyle zenginleştiler ki adeta uçtular! Türkiye’de AB reformlarını engelleyenler, Türkiye’yi işte bundan yoksun bıraktılar!”
Sonra... AB’nin 1981 üyesi olan Yunanistan, maliyesi başkalarının denetiminde topraklarını satmayı düşünen bir ülke, 1986 üyesi olan İspanya ise bundan yirmi yıl sonra artık birliğini koruyamayacak kadar bunalıma düşmüş bir ülke oldu.
Dünün militan AB’cilerinden, bu gerçekler karşısında ‘yanılmışız’ dediklerini duyan var mı?
***
Yenicilere göre, hiç gecikmemeli ve küreselleşen dünyanın yeniliklerini izlemeliydik.
Özelleştirmelerde geri kalıyoruz diye ortalığı ayağa kaldırdılar. Oğlumuzu askere patates soysun diye göndermiyoruz kardeşim! diyenler ne edalı özelleştirmecilerdi! Nitekim asker karavanası da özelleştirildi. Şimdi televizyon ekranlarından utançla ve üzüntüyle, Mehmetçik’in hastanelere taşınmasını izliyoruz. Aynı zamanda özelleştirme siyasetinin insanı öfkelendiren kokuşmuş görüntülerini...
Sivil toplumculukta geri kalıyoruz diyenler, çoktan ticarileşip küreselleşmiş olan cemaat-ticaret yapılarını toplumun ve devletin kılcal damarlarına kadar yaydılar. “Sivil toplum” adına cemaatler dernekleşti, vakıflaştılar. Bunların dernekleri işletmeler, vakıfları şirketler kurdular. İnsani yardımdan üniversiteciliğe her alanda “sivil toplum” örtüsü altında özel sektörleştiler; sivil - özel toplum, siyaseti esir aldı.
Ve elbette yerelleştirme... Yerel yönetimlerin özerkliği, Avrupa Şartı’nın gereği! Yerellerin etnik dokuyu temsil etmesi, o büyük Şart’ın isteği! ... Sonrası mı? Ülkemizin kentleriyle kasabalarında özyönetim ilanı denemeleri ve hendekçilik...
Felsefe ve ideolojiyle başlayıp, bunlar yetmeyince ‘renkli devrimler’le ‘Arap baharları’na, o da yetmeyince açık askeri işgallere başvuran arsız bir “yenilikçilik”!
Sonuçlar ortada.
Militan küreselciden ‘yanılmışız’ demesini beklemek ise boş.
***
Şimdilerde o “yenilikçilik”ten eser kalmadı. Dünya da biz de, hep birlikte Hobbes’un uyuz kaşıntısına düşmüş durumdayız; kendi tırnaklarımızla kendimizi hırpalayıp duruyoruz.
***
Ortaya çıktı ki, yaşadığımız şey tarihsel bir kapışma. Dünya ve ülkemiz ya bir avuç küresel şirketin av alanı olacak ya da uluslar kaderlerini kendi ellerine alacaklar. Bize düşen olup biteni ve gerçekleri görmek, Türk ulusunun egemenlik hak ve yetkisini sağlamlaştırmak, sorunlara ulusal aklın çözümlerini iliştirmek...
***
Ramazan bayramımız kutlu olsun.