Yeniden saflaşma dönemi
Son birkaç yılın manzarası bütün siyasi partilerde bölünme, istikrarsızlık ve halkta umut yaratma kapasitesindeki gerilemedir. 2017-2021 yılları arasında İyi Parti, Yeniden Refah, Gelecek, Deva, Memleket ve Zafer partileri kuruldular.
AK Parti’nin içinden iki parti çıktı. Bunlar etkili olamadılar ama AK Parti’de de sular durulmadı. Erdoğan’ın etrafında bir uzlaşma var fakat çeşitli klikler birbirlerini masanın altından tekmelemeyi sürdürüyor.
MHP’den İyi Parti, İyi Parti’den Zafer Partisi çıktı. Meral Akşener, gösterdiği liderlik zaafları nedeniyle partisinin sürekli kan kaybetmesine neden oldu. Gelinen noktada kendi genel başkanlığı sallantıda. Zafer Partisi, yabancı düşmanlığı üzerinden bir reaksiyon oyunu etrafına topladı. Fakat bu durum, onu bir dernekten daha fazlası yapmaya yetmiyor.
CHP’den Memleket Partisi çıktı. Kendisini CHP’den bazı milli konularda daha sağduyulu gibi durması dışında ayrıştırmakta zorluk çeken bu parti, esas olarak bir “Muharrem İnce fan club” olmanın ötesine geçemedi. CHP ise bu bölünmeyle daha arınmış bir görüntü çizmedi. Yerel seçimlerde aldığı oy sevinç değil şaşkınlık ve tedirginlik yarattı. Parti tabanı ile temas ettiğinizde “ya 1989 yerel seçim zaferimizden sonra olduğu gibi elimize yüzümüze bulaştırırsak” kaygısının yoğunluğunu gözleyebiliyorsunuz.
Saadet Partisi’nden Yeniden Refah çıktı ve Saadet’i sollamayı başardı. Ancak denenmiş formüller ve nostaljik bir Erbakan hatırası dışında sermayesi yok.
DEM Parti’de önce Ayhan Bilgen “Türkiyelileşmek” arayışı ile ayrı bir parti kurdu. Etkili olamadı. Ancak DEM’in içinde Selahattin Demirtaş, Kandil ve genel merkez kliklerinin zaman zaman birbirlerinin gücünü denediği görülüyor. Şüphesiz Kandil’den gelecek “hizaya girin” emrine kadar!
Bütün partileri sarsan, yeni partiler, yeni lider adayları üreten ve sonra onları da kaldırıp yere vuran bir siyasal zelzele yaşıyoruz. Seçmenler farklı partilere “acaba” diyerek bakıyor, fakat oralarda da karar kılmıyor. 1990’larda siyasetin krizi oyların parçalanmasına (fragmentation) ve seçmen akışkanlığına neden olmuştu. Öyle ki, dönemin sonunda koalisyonların ancak üç partinin bir araya gelmesiyle kurulabildiği bir noktaya ulaşılmıştı. Şimdilik seçmen, oyunu çeşitli partiler arasında irili ufaklı parçalamıyor. Fakat son yerel seçim sandığa gitmeme eğiliminin yükseldiğini gösterdi. Zaten toplum bir türlü seçim havasına girmemişti. Bunun anlamı hangi partiye oy verirse versin, değişen bir şey olmayacağı düşüncesi… Meseleye partiler açısından bakarsak manzara şu: Sistem partileri topluma umut ve heyecan verme yeteneklerini kaybettiler. Seçimi kazanan parti erken seçim çağrısı yapamıyor çünkü kendinden emin değil. AK Parti “mesajı aldık” diyor fakat ekonomik krizin yükünü üreticiden alıp rantiyeye yükleme yeteneği yok. Sınıfsal bakımdan mesajı istese de alamayacağı bir yerde duruyor. Bu bir çözümsüzlük, yani kriz manzarası…
Siyasal kriz ya da bunalım, sistemin işleyişinde zorluklar yaratan durumdur. Eski olanın ihtiyaca cevap vermemesi, yeni olanın henüz otoritesini kuramaması ile belirlenen bir geçiş dönemi manzarasıdır. Böyle dönemler anomiktir, kuralsızlaşma egemendir. Yani neyin doğru neyin yanlış olduğuna karar vermemizi sağlayacak değer ölçütleri üzerindeki toplumsal oydaşma azalmıştır. Bu nedenle siyasal ahlak yerlerde sürünür. Görünürde her partinin bir “çözüm” önerisi vardır fakat seçmen içten içe bunların yüzeysel ve geçersiz olduğunu hisseder. Güvensizlik duygusu yaygınlaşır. Önce siyasetten soğuma başlar. Ne var ki, sorunun çözümü yine siyasette olduğundan, halkın bir süre sonra siyasete geri dönüşü kaçınılmazdır; bir farkla, bu kez köklü çözümlere yönelmeye daha istekli olarak!