Yerliliğin ve millîliğin zaferi: Preveze
Yıl, 1537. Osmanlı Ordusu, denizden İtalya topraklarına çıkmış, başarılı bir fetih harekâtına girişmişti. Osmanlı ile Papalık arasında denge siyaseti gütmeye çalışan denizci Venedik Devleti, Papa’nın “Aforoz ederim!” tehdidine dayanamayıp Osmanlı kuvvetlerini arkadan vurmaya başlayınca Osmanlı-İtalya Savaşı, İtalya’dan uzaklaşıp Akdeniz’deki Venedik adalarına sıçramıştı. O yılın sonunda, Adalar (Ege) Denizi’nin batısında bulunan “Kuzey Sporat” ve “Kiklat” Adaları’nın hâkimiyeti, Venediklilerden Türklere geçmişti. Venedik Devleti; Papalık’ı kurtarırken kaybettiği Adalar (Ege) Denizi’nin jeopolitik gücünü geri istiyordu. Papalık, Türk askerlerini tekrar İtalya topraklarında görmekten çok korkuyordu. Osmanlı’ya karşı Avusturya’da aşılması zor bir savunma duvarı ören İspanya Kralı Şarlken ise, baş edemediği Türk denizcileri yüzünden Kuzey Afrika’yı sömürememenin hırsıyla doluydu. Hedeflerine çabucak ulaşmak isteyen Batılı devletler, önlerindeki engeli, yani Barbaros’un donanmasını yok etmek için, deniz kuvvetlerini hızla geliştirme ve birleştirme kararı aldılar. Türk ve Haçlı donanmaları arasındaki silahlanma yarışı, 1538 Eylülüne kadar devam etti.
Eskiden gemiler ya rüzgârın ya da kürekçilerin gücüyle hareket ederlerdi. O dönemde, Akdeniz’de kürekli savaş gemileri, okyanuslarda ise yelkenli savaş gemileri tercih edilirdi. Haçlılar, yüksek ateş gücüne sahip yelkenlilerini (kalyonlarını) okyanuslardan Akdeniz’e getirince ve tersanelerini tam kapasite çalıştırıp çok sayıda kürekli kadırga inşa edince ortaya dev bir Haçlı Donanması çıkmıştı. Öyle ki, 1538 Eylülünde Türk deniz vatanına saldıran Haçlı Donanması’nın büyüklüğü, 140’ı yelkenli kalyon ve 168’i kürekli kadırga olmak üzere 308 savaş gemisi ve 300 yelkenli/kürekli lojistik destek gemisiydi. Taşıdığı 60.000 savaşçının yanı sıra 2.594 topuyla muazzam bir ateş gücüne sahip olan bu birleşik Haçlı Donanması’nın karşısına Barbaros’un bile çıkma cesaretini gösteremeyeceği sanılıyordu. Haçlıları bu fikre iten sebep, 1538’de Preveze’ye saldıran dev Haçlı Donanması için hazırlanabilen Türk Donanması’nın yalnızca 122 kadırga, 366 top ve 11.000 savaşçıdan oluşmasıydı. Bu zayıf yapısıyla Türk Donanması, nicelik olarak Haçlıların çok gerisinde kalmış ve ezilmesi kolay bir rakip görüntüsü veriyordu. 1’e 7 ateş gücü üstünlüğüne güvenen Haçlılar, Barbaros’un donanmasındaki nitelikli yerliliği ve millîliği hesaba katmayarak kritik bir hata yapmışlardı.
1538’de Türk savaş gemilerinde kullanılan “yerli” ve “milli” toplar, rakiplerine göre -az da olsa- nispeten uzun menzilliydiler. Ateş gücünü bir miktar uzak mesafeden kullanabilme avantajı ise, toplarını kullanmasına izin vermeden düşmanı imha edebilme yeteneğine, yani manevra üstünlüğüne sahip olunduğunda değer kazanır. Tamamı kürekli gemilerden oluşan Türk Donanması için, manevra üstünlüğü, tümüyle kürekçilerin niteliğine bağlıydı. Esir kürekçilerin savaşta “ters motivasyon”a yol açacağı gerçeğiyle hareket eden Türk Donanması’nın mevsimsel kürekçi ihtiyacı, çoğunlukla “avarız” sistemi üzerinden ücreti ödenerek görevlendirilen mükellef ve özgür Osmanlı uyrukları arasından karşılanırdı. Fakat o yıl, İstanbul’daki savaş esiri sayısının onbinlerce olmasına dikkat çeken Sadrazam Ayas Paşa, Barbaros’u pahalı “avarız” kürekçileri yerine esir Katolik kürekçileri kullanmaya zorlamıştı. Barbaros ise, Anadolu’dan ve Rumeli’den ücret karşılığı toplanan “avarız” kürekçilerine bile razı değildi. Gördüğünüz üzere, Preveze Deniz Savaşı’ndan yalnızca 6 ay önce, Kaptan-ı Derya Barbaros Hayrettin Paşa ile Osmanlı vezirleri arasındaki kavga, Türk Donanması’nın manevra gücüne etki edecek “yerlilik” ve “millîlik” üzerineydi. Sonuçta, vezirler kavgasını, Barbaros’un “yerli” ve “millî” kürekçi inadı kazandı. O yıl Türk Donanması, geleneklerin bir hayli dışına çıkmış, “avarız” olarak sadece deneyimli kürekçileri kabul etmiş; deneyimli kürekçi temin edilemeyen yarıdan fazla kürekçi kadroları için de motivasyonu yüksek ve güçlü sipahiler, savaşçılıklarının yanı sıra ikiz görevlendirmelerle kürekçi olarak kullanılmışlardı.
Preveze Deniz Savaşı, toplam 2.594 kısa menzilli topu bulunan 308 Haçlı savaş gemisi için, Türk savaş gemilerini etkili top menziline sokabilmek için yapılan 5 saatlik bir mücadeleden başka bir şey değildi. Benzer şekilde, bu 5 saatlik savaşta, 366 uzun menzilli topu bulunan 122 Türk savaş gemisine verilen görev, düşmanın top menziline girmeden, düşman savaş gemilerine top taarruzları yapmaktı. %100 “yerli” ve “millî” manevra gücümüz ile bu görevi başarmak fazla zor olmadı. Düşman top güllelerinin hedefine yetişemediği, buna karşılık Türk toplarının düşman gemilerini paramparça ettiği bu savaş, o dönemde rampa savaşları yapılmadan kesin sonuca götüren tek deniz savaşıdır. “Yerli” ve “millî” silahlarımızın yanı sıra, “yerli” ve “millî” manevra gücümüzün sonucu belirlediği bu savaşta, 308 düşman savaş gemisinden 128’i batırılırken, 12’si teslim olmuştu. Türk gemilerinin dakik manevraları karşısında toplarını kullanamama çaresizliğine düşen 168 düşman savaş gemisi, tercihlerini batmak yerine kaçmaktan yana kullanmışlardı. Düşman ateş gücünün %70’ini, yani 1.816 adet top taşıyan 140 düşman savaş gemisini etkisiz hâle getiren 122 Türk savaş gemisinin kaybı sıfır olmuş; hatta herhangi bir Türk savaş gemisine düşman güllesi bile değmemişti. Barbaros’un Preveze’deki “yerlilik” ve “millîlik” hamlesi, -1560’ta Turgut Reis’in akıncı filosunu imha etmeye çalışan bir Haçlı Donanması’nın Cerbe’de Osmanlı Donanması’na yakalanınca kaçmaya çalışırken imha edilmesini saymazsak- 1538’den 1571’e kadar geçen 33 yıllık dönemde, Akdeniz’in Katolik donanmaları, yenilmez olarak gördükleri Türk Donanması’ndan uzak durma politikası ile hareket etmişlerdi. Yani Akdeniz, Türklere bırakılmıştı.
Preveze’den günümüze gelelim… Savunma sanayimizde son yıllarda yaşanan göz kamaştırıcı “yerlileştirme” ve “millîleştirme” atılımları, hepimizin malumu. Kullandığımız savunma teknolojilerinde %80 seviyede gerçekleşen “yerlileşme” ve “millîleşme”, ağırlıklı olarak “ateş gücü” ile ilgili alanlardadır. Ama “manevra kabiliyetleri”mizin yükselen teknolojilerinde hâlâ dışa bağımlılık geçerlidir. ABD menşeili gaz türbinleri veya Alman menşeili dizel makineleri ile “manevra yapan” savaş gemilerimiz, savaşta bizi yarı yolda bırakır mı bırakmaz mı? Sakın iyimser bir cevap vermeye kalkmayın. 21. yüzyılda, geleceğin Prevezeleri, kendilerine “yerli ve millî” gaz türbinleri/dizeller/motorlardan başka; “yerli ve millî” nükleer reaktörlerini, hidrojen yakıt pillerini/jeneratörlerini ararlar. Neyse ki, “Biz Yaparız!” diyen bilim adamlarımız; “Barbaros’tan hiçbir farkı olmayan” amirallerimiz var.