Yıl biterken
Geride kalan yıl iki gelişmeye sahne oldu: İktidar bileşenlerinin parçalanması ve halk hareketinin doğması.
Gelişmeler iktidarı ortaklarından ayırırken, halk hareketine "hazır ol" komutu gönderiyor.
İktidar partisi dış desteğini ABD ve AB'den alıyordu. Arap dünyası tarafından da destekleniyordu. Liberaller, Cemaat ve halkın önemli bir kısmının desteğini arkasında hissediyordu.
Ama izlediği politikalarla kendini yalnızlığa sürükledi.
AB, ardından da ABD'nin desteğini kaybetmişe benziyor.
İzlediği mezhepçi politikalar Ortadoğu'daki etkisini kaybetmesine yol açtı. Suriye ve Mısır düşman haline geldi. Irak'la benzer bir durum yaşanıyor.
Sıfır sorun politikası yerini sorunlar yumağına terk etti.
Sonuç: Uluslararası destek bitmiş görünüyor.
İçeriye dönersek... İlkönce liberaller ayrıldılar. Ardından Cemaat.
Sıra halkın bir bölümünün desteğini çekmesine geldi.
Hükümet ve Cemaat elbirliğiyle ülkeyi adaletsizliğin beşiği haline getirdiler.
Sahte belgeler ürettiler. Bunlar gerçekmiş gibi yargılamalar yaptılar. Bütün yasal düzenlemeleri bu doğrultuda gerçekleştirdiler.
Yurtseverleri hapislere tıkmayı (Ergenekon, Balyoz, Odatv vb.) ve Deniz Feneri örneğinde olduğu gibi hırsızları dışarı salmayı başardılar.
Bu gerçekleri haykıranlara kulaklarını tıkadılar. Basını susturdular. Ekranları haysiyet cellatlarına açtılar. Bu sayede yürüttükleri algı yönetimiyle halkın bir kısmının rızasını elde etmeyi başardılar.
Ortaklaşa yaptıkları bu kirli işlerden şimdi kendilerini sıyırmaya çalışıyorlar. Gülen'in elinde imkân olsa Silivri kapıları açılacak! O'na göre "Bütün bu kirli işleri hükümet yapmıştır". Mesaj bu. Başbakanın Başdanışmanı tersini iddia ediyor: "Milli orduya kumpas kurdular." Çeteyi işaret ediyor.
Kim inanır size? Hepsini birlikte yaptınız.
ÖYM'leri kaldırırken, bugün çete diye nitelendirdiklerinizin ellerine kim bıraktı bu masum insanları?
Yargıyı bir kasatura gibi kim kullandı? Stratejiyle ilgilenenler iyi bilir: Kasatura ile her şey yapılır ama üstüne oturulamaz!
Her iki testi de çatlamış ve sızıntı başlamıştır. Diğer bütün göstergelerle birlikte bakıldığında, yolun sonuna geldikleri söylenebilir:
İki hatırlatma:
1) Düştükleri duruma sevinmemek elde değil. Ama kaybeden, ülke ve halktır. Üzüntü kaynağıdır. Yazık.
2) Yargılananların hırsızlığı kesin bile olsa Silivri hukuksuzluklarına maruz kalmaları arzu edilmez.
Aslında aynı İstanbul Boğazı'nda olduğu gibi iki ters akıntı birlikte var. Her şey kendi zıddıyla birlikte var oluyor. Hakikat cephesi büyüyor ve halk hareketi gelişiyor.
8 Nisan 2013 günü günlüğüme düştüğüm not bu gerçeğe işaret ediyor: "Gece geç uyuduğum için sabah zor uyandım. Ama uyandıran, yoklama değil, Ergenekon davasındaki hukuksuzlukları protesto etmek için toplanan yurtseverlerin şarkı sesleriydi. Türkiye'nin yeni sesi. Ağır ağır yükselen sesi. Vicdanı temiz insanların sesi. Henüz tam olarak gür değil. Ama bir gün olacak. Bu ses gürleştikçe Türkiye normalleşecek. Belki de ülkeyi bu bunalımdan çıkaracak gücün hikâyesini bizler yazıyoruz. Ne zaman olacak bilmiyorum ama geleceğin Türkiye'sine damga vuracaklar, buradakiler olmasa bile buradakilerin yanında olma erdemini gösteren vicdanlı insanların arasından çıkacak..."
O ses giderek gürleşti. Gezi'de deryaları dolaştı. Buna karşı koyan yolundan şaştı. Anıtkabir'de milyonu aştı. Ve bir irade saçtı.
Ama henüz kat edilecek çok mesafe vardır ve görev önümüzdedir: Çalışmak, çoğalmak ve büyümek. Yılmadan, yorulmadan ve coşkuyla. Emerson sanki aynı şeyi dillendiriyor: "Geçmiş, anılar mekânı; gelecek, umudun makamı; bugün ise görev zamanıdır." Başta Aydınlık camiası ve Vardiya Bizde'nin amazonları olmak üzere halkımızın yeni yılda esenliğe kavuşmasını diliyorum.
NOT: Değerli büyüğümüz Sn. Engin Alan'a koğuş arkadaşlarım ve ben başsağlığı dileklerimizi sunuyoruz.