Yönetmenler de ikiye ayrılır...
Sinemalarımızda bugün gösterime giren “İnsanlar İkiye Ayrılır”, elbette ki yalnızca Türkiye’de değil dünya genelinde alt-orta sınıfları boğmakta olan “borç sarmalı”na odaklanan hassas öyküsüyle dikkat çeken bir film. 2014 yapımı ilk yönetmenlik denemesi “Karışık Kaset”le tanıdığımız genç kuşak yönetmenlerden Tunç Şahin, senaryosunu da kaleme aldığı bu ikinci filminde, bankaların tahsil edemediği umutsuz-batık borçların peşine düşen bir şirketin döndürdüğü vahşi çarkın keskin dişlilerini anlatmaya, av ve avcı ilişkilerine yönelmeye ve sürprizli bir oyun kurmaya çalışıyor.
Sıkça geri dönüşlere başvuran kurgusuyla öykünün ilk katmanında, patlak veren bir skandalı soruşturan banka temsilcisinin sorularını yanıtlayan iki şirket temsilcisi var. Banka, olayın nasıl geliştiğini öğrenmek, öte yandan da dile düşmemek ve itibarını korumak derdinde.
BORÇLU PSİKOLOJİSİNİ ÖĞRENMEK
Çalışanların anlatımlarıyla başa dönüyor, söz konusu şirketin yeni elemanlarına eğitim verme, telefonun karşı ucundaki borçlunun psikolojisini öğretme ve ona uygun davranış-teklif biçimlerini kavratma seminerine tanıklık ediyoruz. Şirket yetkilisi, telefon başındaki elemanlarının iyi birer “avcı” olabilmesi için çeşitli taktikler veriyor.
Acımasız birer avcı olmaya zorlananlar, bankanın zaten umudunu kestiği ve bu şirkete “sattığı” borçlulardan ne koparabilirlerse, avlarının gırtlağını ne kadar sıkabilirlerse kotalarını o kadar dolduruyor, aylık hedeflerine ulaşıyor ya da ulaşamıyor, prim alabiliyor ya da alamıyorlar. Av konumunda ise genç bir kız var… Film, adından da anlaşılacağı gibi bu dünyanın insanlarını ikiye ayırıyor: Avcılar ve avlananlar.
Derken iş giderek seyirciyi de zorlayacak biçimde çetrefilleşiyor, oyun içinde oyuna dönüşüyor, ava gidenin avlandığı bir finale doğru gelişiyor.
TİMSAHIN DİŞLERİNİ TEMİZLEYEN KUŞ
Bir av partisinin süjeleri, av, avcı ve avcı köpekleridir. “İnsanlar İkiye Ayrılır”ın eleştirmeye ve ayna tutmaya çalıştığı kapitalist sistemin bu süjeler açısından ayrımı ise bankanın avcı-katil, borçlunun av-kurban ve tahsilatçı şirketin av köpeği olmasıdır. Oysa film avcı konumuna bankayı değil şirketin patronunu, av köpeği yerine de bu şirketin çalışanlarını yerleştiriyor ve bir “kapitalizm eleştirisi” açısından oldukça tuhaf kaçan biçimde bankaya tarafsızlık atfediyor ve hatta bankanın rolünü yer yer olumluyor. Bir skandalla ilişkilendirilmek istemeyen bankanın temsilcisinin şirketin “çakal” patronuna “Banka seni böcek gibi ezer!” demiş olması ve bu tehdidin filmin “mutlu son”una giden yolu döşemeye başlaması, neresinden bakılsa, çok ilginç.
Anlayacağınız, timsahı değil, timsahın dişleri arasındaki artıkları yiyen kuşları hedef alan bir film var karşımızda. Kimsenin Tunç Şahin’i “Fazla açılma, bankalar seni böcek gibi ezer!” diye tehdit ettiğini zannetmiyorum ama bırakın sinema tarihindeki yüzlerce örneği, sadece Ken Loach filmografisini aklımızdan geçirince bile genç bir yönetmenin “sistem” karşısında bu denli ürkek tavır takınmasına şaşırmamak elde değil.
BEYAZPERDEDEN ÇOK SAHNEYE UYGUN
Diğer yandan sinematografik açıdan da zayıf bir film “İnsanlar İkiye Ayrılır”; görsellik oldukça geriye itilmiş, öykü ve karakterler kapalı mekânlara, ofise, toplantı salonuna vb. sıkıştırılmış. Bu açıdan, beyazperdeden çok tiyatro sahnesine daha uygun bir anlatım biçimi egemen. En basitinden, klasik “üç sahne kuralı”, yani bir filmde seyirciyi etkileyecek, sarsacak, unutulmayacak, salondan çıktıktan sonra da zihindeki yerini koruyacak “en az üç iyi-görkemli sahne”nin bulunması gerektiği de hiçbir karşılık bulmuyor ne yazık ki. Üçü boşverin, böylesi tek bir sahne mevcut değil. Bunun yerini, özellikle geri dönüşlü sahnelerin çoğunda makyaj-saç tasarımının değişmesi nedeniyle özellikle başrollerdeki Burcu Biricik ile Pınar Deniz’in karıştırılmasına neden olan “yüzler galerisi” almış durumda. “Hırsızın hakkından ancak hırsız gelir” demeye getiren final bölümü ise başlı başına bir “sistem” tartışması konusu.
Kısacası, iyi niyetli ama çok yetersiz bir “eleştirel” filme imza atmış Tunç Şahin. Aslında benim hatırlatmama gerek yok, sinema tarihinin başlangıcından bu yana yönetmenler de ikiye ayrılıyor: Kapitalizmi gerçekten cesurca eleştirenler ve eleştiriyormuş gibi yapanlar.