Yoz-Yozboza karşı
Aslında bu bir “tavuk mu yumurtadan çıkar, yumurta mı tavuktan” durumudur.
Şunu belirtelim, bu sert kutuplaşmanın en büyük nedeni Tayyip Erdoğan’ın 16 yıldır kullandığı sert ve ayrıştırıcı dildir. O, iktidarını ayrıştıran bir belagat üzerine kurmuştu zaten. Bu da iki farklı kutupta radikalleşen iki insan tipi yarattı: Yoz ve Yobaz.
Yoz, asıl halini kaybetmiş, fikren ve eylemsel olarak aşınmış ve başkalaşmıştır. Mesela kendisini solcu/Atatürkçü/Milliyetçi diye tanımlayan biri yozlaştığı zaman, solun amentüsü olan emperyalizm karşıtlığı yerine emperyalizmle kol kola girer... Atatürkçülüğün olmazsa olmazı olan Milliyetçilik yerine etnik ayrımcılığı ve çok kimlikli yapıyı savunmaya, bölücü terörle ortak olmaya başlar. Irkçılık yapmaktadır, ama bunu barış diye savunur. Çağdaşlık adına, Ortaçağ’a savrulmuştur, mürteci Seyyit Rıza heykellerinin altını kendisine mabet yapıverir de farkına bile varamaz. Cumhuriyet düşmanlığı yaparken bile Cumhuriyeti savunduğunu düşünmektedir artık... ‘Dersim harekatı’ üzerinden Atatürk’ün devrimci eylemlerini, tıpkı emperyalizmin istediği gibi tartışma, hatta yargılama konusu yapmak, onun için demokrasidir. Yozlaşmışlığını birisi söylerse ya da savunduğu şeye karşı kanıt gösterirse de en ağır hakaretlerle saldırır... Okumaz, öğrenmez, dinlemez, tahammül etmez... ABD mevziisinde “tam bağımsızlıkçı”, PKK mevziisinde “solcu” olmuştur artık.
Yobaz zaten Ortaçağ kalıntısıdır. Kimlik olarak tanımladığı yaşam biçimini korumak için gelişmeyi bile reddeder, gelişmesine neden olabilecek her tartışmadan, bu yaşam biçiminin yanlış olduğunu gösteren kanıtlardan, hatta tıbbi tedaviden bile uzak durur. Bu çağdan korunmak için Ortaçağ’a sığınır. Biri bu gerçeği söylerse, ya da savunduğu bir şeyin yanlışlığını gösteren karşı kanıt gösterirse ona en ağır hakaretlerle saldırır. ABD mevziisinde adaleti, İsrail mevziisinde Sünniliği savunur da nerede ne yaptığının farkına bile varamaz. Bir adamı izler, bu uğurda o kadar körleşir ki, izlediği adamı tanrılaştırır, adeta tapınmaya başlar.Bu da yeni bir şeyler okumaz, öğrenmez, dinlemez, tahammül etmez...
Sosyal medya, kahveler, mahalleler hatta çok sayıda gazete köşesi şu anda bunların savaş alanı. Her iki tarafın göremediği gerçekleri gösterenler de arada kaldı. Azıcık dinleyebilecek durumda olanlara bu gerçeği anlatınca “ama onlar başlattı” diyor.
Yani, Yoz Yobaza karşı ama ikisi de emperyalizme karşı değil...
CEVAT
Cevat Öneş... Açılım döneminin en “akil”lisiydi... Zırt pırt TV’lere çıkarılır, Ergenekon’un ne kadar derin ve tehlikeli bir yapı olduğunu ve açılımın ne kadar iyi bir şey olduğunu anlatırdı. Kurduğu cümlelerin sığlığından dolayı şaşırırdım, “Bu adam nasıl MİT Müsteşar yardımcısı oldu” diye... ama O, FETÖ’nün yayın organlarının en itibar ettiği isimlerin başında gelirdi.
Mesela Radikal’de yayımlanan 14 Mart 2008 tarihli yazısında Ergenekon iddianamesinin bütün yalanlarını gerçekmiş gibi anlatıp, İsmet Berkan’ın kuyruklu yalanlarına gönderme yapmıştı. Kesip saklamışım. Bütün bunlar MİT Müsteşar Yardımcısı sıfatıyla yapılınca, daha da inandırıcı oluyordu.
“Açılım” denilen projenin mimarlarındandı, 21 Haziran 2010’da Neşe Düzel’e “Hiç kimsenin açılımı bitiremeyeceğini”, 25 Ağustos 2010 tarihinde Medyafaresi’ne ise, “seçim barajının düşürülmesi, Kürtçe yer isimlerinin kullanılması, ve bir genel afın da düşünülmesi gerektiğini” söylüyordu. 12 Nisan 2013 tarihli BBC News-Türkçe söyleşisinde “Öcalan’dan gelen mektubun bir barış menifestosu” olduğunu yazmıştı. Öcalan’ın serbest bırakılmasının bu sürecin doğal sonucu olduğunu, KCK davalarının ise Ergenekon ile birlikte bir toplumsal uzlaşma ile sonlanacağını söylüyordu. “Bundan sonra siyasete adapte olmuş bir PKK göreceğiz” diyordu...
Daha çok var, ama uzatmayacağım. Hani geçenlerde Muharrem İnce’nin mitingine gelen HDP’lilerle ilgili olarak Tayyip Erdoğan ile aralarında geçen bir tartışma vardı ya... Hani Muharrem İnce, “Kaç kişinin HDP’li olduğunu MİT’e mi sordun” diye çıkışmıştı ya...
Geçen hafta Sözcü’den önemli bir köşe yazarımız hemen sormuş bu Cevat Öneş’e, bu da cevaplamış: “MİT’in görevi kimlerin HDP’li olduğunu saymak değildir...”
Yani Cevat Öneş, hep aynı tarafta, projesine sahip çıkıyor, ama geçmişte bu “açılım” denilen memleketi bölme projesine karşı olan isimlerin, Cevat Öneş’i referans almaları şaşırtıcı...
UNUTMA
Birinci Dünya Savaşı yıllarıdır. Mondoros Mütarekesi imzalanmış ve Anadolu işgal edilmeye başlanmıştır. Halkımız işgalin yaratacağı fecaatin henüz farkında değildir. İşgalciler arasında tercih yapmaya başlamıştır. Mesela sırf aralarında Ermeni müfrezeleri olduğu için Fransızlar yerine İngilizleri tercih etmektedir. Doğan Avcıoğlu Milli Kurtuluş Tarihi anlatısına bu tercihin yürek sızlatan satırlarıyla başlar. Halk işgali, kanıksama hatta birkaç adım sonra işgalcilere ilgi gösterme aşamasına gelmiştir. Durun, kızmayın bana bu satırlar yüzünden, ezber bozalım.
Hatta toplum genelindeki bu kanıksama ve kabullenme, bir yurt gezisinde karşılaştığı manzara karşısında İn gilizlerin en büyük işbirlikçisi olan Sadrazam Damat Ferit’i bile rahatsız etmiş ve bir genelge yayınlamıştır: “Bu işgallerin olduğu yerlerdeki bol para ve geniş propagan da ile cahil olan efkarı umumiyemiz (kamuoyu demek istiyor) o derece zehirlenmek tedir ki, bunun akibeti her halde iyi neticelenmeyecektir. Bugün, Antalya’dan Konya’ya kadar genişleyen, İtalyan işgali altındaki bölgede yaşayan Müslüman ve Türk halktaki muaz zam değişmeyi görmek kadar acı ne tasavvur olunabilir.”(BBA-BEO / Dosya II, 8 Temmuz 1335 tarihli yazıdan aktaran: Tunaya, age, c.2, s.53.)
Halkı bu ölüm uykusundan uyandıran, yanındaki 23 kişiyle bir vapura binen Mustafa Kemal idi... Basın ona karşı idi. Hükümet ona karşı idi, hatta yanındakilerin bir kısmı bile terk etmişti. Halkın büyük bir kısmı bu kara propaganda sayesinde onlar hakkında yanlış bilgiye sahipti. O günden bugünkü Cumhuriyeti planladığı için, ben bugünden o günleri hatırlatıyorum tekrar...
Demem o ki, bugün de ABD, Türk topraklarını, komşu ülkeleri, hatta halkın bilincini işgal altında tutmaktadır. Ve halka çözüm olarak ABD ile işbirliğini ya da yeniden PKK açılımını önerenler, bu ölüm uykusundan kurtuluş çıkaramazlar...
AMBARGO
Medya ambargosu tek taraflı değil, bazı kanallar bazı cumhurbaşkanı adaylarına, bazı adaylar da bazı kanallara ambargo uyguluyor.
Mesela, Salih Tuna yazdı geçenlerde, Muharrem İnce’yi TV programına çağırmışlar, ancak soruları kendisi belirlemek şartıyla gelebileceğini söylemiş. Hayret edilecek bir şey, bir tür şike teklifi... Sınava girmeden önce hocadan soruları istemek gibi, ya da “sadece şu soruları soracaksan sınava girerim” demek gibi bir şey...
Tayyip Erdoğan da öyle, sadece kendisine yakın gazetecilerin programlarına çıkıyor, sorular belli ve sürpriz yok. Aynı şekilde Akşener de...
Hatta ben yaşadım, Halk TV’nin en bilinen programlarından birinin çok ünlü sunucusunu arayıp Doğu Perinçek’i neden çıkarmadığını sorunca, “Sadece Millet İttifakı’nın adaylarını çıkaracağını” anons ettiği için onlarla sınırlı kalacağını söyledi.
Karşılıklı bir ambargo var, herkes ya taraf ya da sürprizden korkuyor. Mesela bir genel yayın yönetmeni “Neden Doğu Perinçek’i çıkarmadığını” sorduğumda bana, “Ama o da her çıktığında filanca parti aleyhine konuşuyor, nasıl çıkarayım ki” deyiverdi. Yahu, onun ekranlara çıkmasının, hatta parti başkanı ve cumhurbaşkanı adayı olmasının esbab-ı mucibesi zaten bu değil mi? Filanca partiyi ya da falanca lideri eleştirip, kendi fikirlerini söylemek, alternatif olmak. Ama anlatamadım...
Sadece Doğu Perinçek, her kanalın davetini, hiçbir şart koşmadan kabul ediyor. Ne sürprizlerden ne de sorulardan korkuyor, her soruya verecek bir cevabı var ve kim bilir, belki de kimi kanal yöneticileri bu nedenle korkuyor... Cevap verebildiği için...