23 Aralık 2024 Pazartesi
İstanbul
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Mersin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Yüksek faiz politikasının sonucu: KOBİ'lerin ve emekçilerin kazancı bankalara gidiyor

Baki Demirel

Baki Demirel

Eski Yazar

A+ A-

Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası (TCMB) son Para Politikası Kurulu (PPK) toplantısında yine 500 baz puan faiz artışına giderek finans kapitalden ve onun çıkarlarının savunan Ortodoks iktisatçılardan alkış almayı başardı. Ancak faiz üzerine tartışmalar bütün şiddetiyle devam etmektedir. Çünkü faiz artışları, faizi bölüm değişkeni olarak gören emekten yana iktisatçıları rahatsız etmekte, ortaya çıkacak toplumsal sorunlar karşısında eleştirilerini yükseltmektedirler.

Faizi sermayenin marjinal getirisi olarak tanımlayan, dolayısıyla da piyasa faizi ve kârların eşitlendiği, ekonominin doğal işsizlik oranında tam istihdam dengesinin sağlanacağı doğal faizin varlığına inanan Ortodoks iktisat, politika faizini model içinde içsel kabul etmektedir. Bu çerçevede politika faizinin, enflasyon ve çıktı açığına göre ayarlandığı (bizim gibi dövize bağımlı ekonomilerde döviz kuru da faiz kararını etkilemektedir) bir kural, Taylor Kuralı üzerinden uygulanan para politikasını savunmaktadır. Aynı Ortodoks iktisat, politika faizinin, piyasa faizi için referans olduğunu savunarak politika faizini dışsal olarak da tanımlamaktadır.

ORTODOKS İKTİSADIN ÇELİŞKİLERİ

Ortodoks iktisat, bu çelişkisini merkez bankasının parasal taban üzerinden ve çoğaltan mekanizması aracılığı ile para arzını kontrol edeceğini savunarak gidermek isterken para arzının dışsal olduğunu savunarak bir başka yanılgıya düşmektedir. Çünkü para arzı, para talebine bağlı olarak artar ve içseldir. Tüm bu çelişkileri üzerinden Ortodoks iktisat para politikası tasarımı enflasyon hedeflemesi altında uygulanmaktadır.

Ortodoks iktisat para politikası tasarımı; politika faizinin doğal faizin gerisinde kaldığı yüksek enflasyonlu koşullarda, merkez bankasının enflasyon esnekliğine de bağlı olarak politika faizinin yükseltilmesi üzerinedir. Bir başka çelişki de bu durum altında ortaya çıkmaktadır. Zira Ortodoks yaklaşım, faiz değişimlerinin ekonomiye aktarımının sermaye maliyeti üzerinden olduğunu savunmaktadır. Bu durumda Sayın Cumhurbaşkanı’nın ‘faiz sebep enflasyon netice’ yaklaşımına itiraz eden Ortodoks iktisatçılar kendi içlerinde çelişkiye düşmektedirler. Çünkü faizin artması ya da azaltılması ile enflasyon arasında bağlantı kuran her iki görüş de Ortodoks düşüncenin ürünüdür.

Diğer yandan post Keynesyen iktisadi düşünce, faizi bölüşüm değişkeni olarak kabul etmektedir. Faiz oranlarının artırılması kâr oranları üzerinde etkili olacaktır. Örneğin yüksek faiz artışı, krediye bağımlı küçük işletmelerden finansal kuruluşlara doğru bir servet akşına yol açacaktır.

Hane halkları içinde yer alan ücretli kesimi de bu gruba dahil edebiliriz. Emekçiler yıllardır ücret erozyonu yaşarken politika yapıcı hükümet bu erozyonu telafi edecek ücret artışları yapmak yerine kredi ile borçlanma kolaylığını onlara müjde olarak sunmuştur. Temmuz 2023 ile birlikte ortaya çıkan politika değişikliği, yüksek faiz artışı ve kredi koşullarının sıkılaşması, krediye bağımlı hale getirilen emekçilerden finans kesimine doğru bir servet akışını da ortaya çıkarttı. Emekçiler mevcut kredilerini döndürebilmek için artık bankalara daha yüksek faiz ödemek durumundalar ve bu ücretli kesimden bankalara doğru bir rant yaratmak anlamına gelmektedir.

YÜKSEK FAİZ RANT AKTARIMIDIR

Dolayısıyla krediye bağımlı KOBİ’ler ve emekçi kesim, TCMB’nin son dönemdeki yüksek faiz artışı ile birlikte finans kapitale daha fazla faiz ödemekte yani bu kesimlerden bankalara doğru rant yaratılmış olmaktadır. Bu açık biçimde faiz yoluyla yapılan bir servet transferidir.

Bunlarla birlikte yüksek faiz artışı, kamunun borçlanma maliyetinin ve faiz ödemelerinin de artmasına neden olmuştur. Daha açık biçimde kamu bütçesine ilave faiz yükü binmiştir. Yıllardır KKM (Kur Korumalı Mevduat)’nin servet aktarımı ve kamu bütçesine yük olduğunu dillerine dolayan Ortodoks iktisatçılar, yüksek faiz yoluyla yapılan bu rant aktarımına ve yüksek faizin kamu bütçesi üzerindeki maliyetine hiç değinmemektedirler.

Post Keynesyen iktisada göre politika faizinin yükseltilmesi gibi uzun süre düşük tutulması da varlık fiyatlarında enflasyon oluşmasına yol açarak bölüşüm sorunu yaratmaktadır. Toporowski’nin varlık piyasası enflasyon teorisi de bu duruma ışık tutmaktadır. FED’in bilanço genişlemesi döneminde ABD borsasının ve kripto varlık borsalarının eğilimi ve yine Türkiye’nin düşük faiz uygulamaları sonucu BİST, konut ve otomobil piyasalarında görülen yükselişler, bize bu konuda önemli kanıtlar sunmakta. Bu sayede oluşan rant aktarımını ortaya koymaktadır. Dolayısıyla faizi yükseltmek isteyen ya da faizi düşük tutmak isteyen görüşler yukarıda da ifade ettiğim gibi aynı iktisadi düşüncenin (Ortodoks İktisat) ürünüdür ve rant ekonomisinin sürmesini istemektedirler.

Türkiye ekonomisinde politika yapıcının, şimdilerde uyguladığı yüksek faiz artışına ve parasal sıkılaştırmaya karşın enflasyondaki artış eğilimi sürmektedir ve artmaya devam edecektir. Enflasyon trendinin yukarı yönlü olacağını politika yapıcı da kabul etmiştir. Nitekim TCMB, 2023 sonu enflasyon tahminini yüzde 58 den yüzde 65 seviyesine çekmiş, 2024 yıl sonu enflasyon tahminini de benzer biçimde yükselterek yüzde 36 olarak açıklamıştır. Birçok uluslararası kurum ve politika yapıcı, 2024 Mayıs ayında yüzde 74 düzeyinde bir enflasyon beklentisine sahip olarak enflasyonun zirve yapacağını öngörmüştür. Ancak 2024 yılı için geri kalan 7 ayda enflasyonun nasıl yüzde 36 seviyesine ineceği ise yeterince açık değildir.

DÖVİZ SORUNU ARTABİLİR

Zira Türkiye ekonomisinin yapısal olarak dövize bağımlı yapısı ve yüksek dış borçluluğu veri iken mevcut küresel iktisadi ve siyasi koşullar, politika yapıcının tahminlerini olumsuz etkileyecek durumdadır. Küresel koşullar Türkiye için oldukça sıkıdır ve kısa vadeli dış borç bulma konusunda bile iyimser olmamızı engellemektedir. Ayrıca küresel ekonominin yavaşlıyor oluşu, dış talebi Türkiye’nin ihracatı için destekleyici olmaktan uzaklaştırmaktadır. Dolayısıyla turizm gelirlerinin azalacağı güz dönemi ile birlikte Türkiye için döviz sorunu gittikçe artabilir.

Politika yapıcının kısa vadeli sermayeyi çekmek için uyguladığı borç yönetimi politikası ve kur-faiz artışları da küresel finans kapitalin kuruluşlarınca yetersiz bulunmakta. Örtük sermaye kontrollerinin kaldırılmasını ve daha yüksek faiz düzeyini talep etmektedirler. Bu isteklerin karşılanması durumunda ise Türkiye ekonomisinde hali hazırda ortaya çıkan sanayi yavaşlamasını ve işsizliği daha da artırabilir. Sermaye kontrollerinin tamamen kaldırılması, kur üzerinde daha yüksek bir baskı ya da kur atağına neden olabilir. Bu durumda daha yüksek enflasyon, kur-faiz döngüsü çok daha hızlı biçimde ortaya çıkabilir. Bununla birlikte yüksek faiz konut, otomobil, borsa gibi varlık fiyatlarında sert düşüşlere yol açabilir ve borç deflasyonu döngüsü ortaya çıkabilir.

Sonuç olarak Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek tarafından Rasyonel olarak tanımlanan klasik Ortodoks reçete ya da IMF reçetesi şimdiye kadar çok olumlu sonuçlar vermediği gibi gelecek için de ümit verici değildir. Daha sert faiz artışları ve sıkı maliye politikası tedbirleri, emekçilerden yurt içi ve dışı finans kapitale rant aktarımına yol açacağı gibi bir stagflasyon ya da slumpflasyon yaratabilir. Politika yapıcının dile getirdiği esnek emek piyasası ve özelleştirmeler, bu kapsama bir çaresizliğin ve IMF’siz IMF politikalarına bağımlılığın ilani gibidir. Oysa daha başka bir çözüm vardır ve post Keynesyen/Heterodoks reçeteler böylesi bir çözümü ortaya koymaktadırlar.

TCMB Faiz