Yüksek strateji
İnsan askerî konularda zır cahil olunca kendi kafasındaki kurguyu gerçek zannedebilir. Bizim gibi sıradan insanlar için bunun sakıncası yok. Fakat askere komuta eden sivil yöneticilerin akıllarına gelen her kurguyu uygulanabilir sanmaları çok vahim sonuçlar doğurabilir.
Herkes Clausewitz’in “savaş siyasetin başka araçlarla devamıdır” sözünü tekrarlıyor. Elbette öyledir. Ancak savaş, deneysel bir siyasetin başka araçlarla devamı olursa, başkalarının siyasetiyle yönlendirilir.
Deneysel, yani deneme/yanılma yoluyla uygulanan siyaset iki sonuç doğurur: savaş da deneysel olur ki bu durumda aşırı zayiat kaçınılmazdır; ya da savaş başladığında askerî strateji siyaseti peşinden sürükler, siyasetin alanını işgal ederek boşlukları doldurur. Bu tehlikeli durumlardan kaçınmak için “yüksek strateji” kavramı geliştirilmiştir. Savaş tarihçisi ve askerî uzman Liddell Hart’a (1895-1970) göre, “Askerî strateji, daha üst seviyede bulunan ‘yüksek strateji’nin daha uzun dönemli ve daha geniş kavramlı görüşüne göre yönetilmeye muhtaçtır.” (Hart, 1973, s.13)
Ulusal sınırları aşarak bütün hassas bölgelere yayılan dördüncü nesil savaşlarda “yüksek strateji” savaşan ülkenin siyasî, iktisadî, toplumsal ve askerî bütün sistemlerinin eşgüdümünü gerektirir. Bu içsel bir süreçtir; diplomasi ve askerî uzmanlar tarafından siyasî iktidarın gözetiminde, pek çok seçenek (opsiyon) dikkate alınarak hazırlanır, devlet kurumları ile siyasî toplum arasında tam bir mutabakat sağlamak için çaba gösterilir.
Başka deyişle, stratejiyle oynanmaz. Devlet Başkanı, “Kapsamlı bir stratejim var, çocuklar” (çayda, kahvaltıda yenir!) diye New York Times’a makale yazmaz mesela! “Sözümü dinlemiyor” diye cephedeki komutanları kızağa çekmez, danışmanlarıyla yüksek strateji oluşturmaya kalkışmaz; devlet katında farklı önerilerin ortak noktalarını bularak birleştirmeye mecburdur; yaratıcı fikirleri geliştirmeye uygun bir ortama nezaret etmek durumundadır.
Dördüncü nesil savaşlarda düşük yoğunluklu çatışmalar savaşan ülkenin sınırlarını içeri ve dışarı doğru aşar. Bu yüzden, “Dördüncü nesil savaşta göçmenlerin işgali en az devletin ordularıyla yürüteceği işgal kadar tehlikeli olabilir. Meselenin özü, devlet meşruluğu konusundaki evrensel bunalımda yatar. Pek çok ülke dördüncü nesil savaşı kendi topraklarında sürdürecektir” (Lind 1989:27’den aktaran Dr. Abdullah Şengönül, yayınlanmamış doktora tezi 2018, s.43).
Dolayısıyla dört-beş milyon göçmenle parti tabanını genişletmeye kalkışmayacaksın. Bütün ülkelerin sıkı göçmen politikasında bir hikmet olduğunu düşünecek, dünya harp tarihinde göçmen grupların neden enterne edildiklerini anlamaya çalışacaksın.
Dördüncü nesil savaşta klasik askerî yığınak da sorunludur. Mesela Münbiç ve Fırat’ın doğusuna muhtemel harekât için Kilis-Karkamış arasına (98 km) Hatay bölgesi dahil olmak üzere her yerden askerî birlik sevk ettiğin zaman, İdlib’te ikna ederek silahsızlandırmakla görevli olduğun HTŞ’nin ansızın hareketlenerek sana bağlı olanlar dahil bütün “ılımlı” grupları tasfiye edip sınırlarına dayanabileceğini hesap edeceksin. HTŞ’nin saldırılarına karşı Suriye ordusundan takviye birliklerin, Soçi anlaşmasının yapamadığını silahla yapmak üzere İdlib’e doğru hareketlenmesi (Sputnik, 08.01.10) karşısında şaşırmayacaksın.
Abartmış gibi olmayayım ama dördüncü nesil savaşı yönetmek için mevcut durumdan farklı bir durum gerekiyor. Sınır bölgelerinde (ve ülke içinde de) nüfus yapısının değişmesini önlemek, tehditleri ve saldırıları sınırdan uzakta karşılamak, düşman grupları kim ne der diye düşünmeden fırsat doğduğu anda imha etmek, sınır dışında askerî alan hâkimiyeti kurarak başka ülkelerin etnik ve dinî gruplarına meclis kurmaya kalkışmamak, ittifaklarda tutarlı olmak (mesela Ukrayna’ya İHA satıp, Kırım’ın ilhakına karşı çıkarak Rusya’yla dost olunamayacağını idrak etmek!) gerekir. Sayılamayacak kadar çok şeyin, neredeyse her şeyin değişmesi gerekir.