24 Kasım 2024 Pazar
İstanbul
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Yükseköğretimde uzaktan eğitim bilançosu

Atakan Hatipoğlu

Atakan Hatipoğlu

Gazete Yazarı

A+ A-

Yükseköğretim Kurulu (YÖK)’ün açıkladığı anket sonuçlarına göre, uzaktan eğitime erişimi sağlayan elektronik cihazlarının bulunduğunu belirten öğrencilerin yüzde 83. Tersinden bakarsak Türkiye’de üniversite öğrencilerinin yüzde 17’si derslere katılmalarını sağlayacak araçlardan yoksun. Yükseköğretim öğrencilerinin neredeyse beşte biri bu süreçte fırsat eşitsizliklerinin mağduru oldular. Buna karşın ankete katılan öğrencilerin yüzde 29’u salgın dönemi sonrasında eğitim sürecinin tamamen çevrim içi olmasını istemiş. Öğrencinin üçte birine yakını bundan böyle hep uzaktan eğitim istiyor. Öğretim elemanlarında bu oran yüzde 56’yı buluyor.

Uzaktan eğitim, internet çağının bir verisi ve bundan böyle hayatımızın bir gerçeği olacak. Ancak mesele sadece gerekli teknik donanım sayesinde eğitime erişmek meselesi değil. Eğitimin, beklenen kazanımları sağlayabilmesi aynı zamanda bir öğrenme ortamı meselesidir. Biz bugüne kadar bırakın uzaktan eğitimi, yüz yüze eğitimde bile bu değişkeni görmezden geldik.

Son on yıllarda çok sayıda üniversite açılması, çok sayıda öğrencinin yükseköğretim fırsatı bulması anlamında bir demokratikleşme sağladı. Kurumsal fırsatlardaki her nicel artış, toplumun daha alt ekonomik tabakalarından beslenmek anlamına gelir. Somut olarak bakıldığında, Türkiye’de bugün üniversiteye girebilecek puanları alabilen, yani üniversite erişimi sağlayabilen ancak ailesinin parasını ödediği yurtta kalan, karnını doyuran, bunun dışında cebinde çay içecek parası bile olmadan öğrenim gören binlerce öğrenci var. Bu öğrenciler parasızlıktan ders kitabı alamazlar ama daha önemlisi neden ders kitabı almaları gerektiğine ilişkin bir fikirleri yoktur. Mesele sadece ekonomik yokluk içindeki öğrencilerle sınırlı değildir üstelik. Daha iyi durumda olan öğrenciler arasında da kazandıkları bölüme o mesleği edinmek için değil, puanları tuttuğu için gelenler çoğunluğu oluşturuyor. Bu öğrencilerin bütün istedikleri iş bulabilmelerinin asgari şartı olan üniversite diplomasına erişebilmektir. Bunun için dört yıl boyunca sisteme kayıtlı olup, fakülte civarlarında zaman geçirmeleri gerektiğini düşünürler. Çünkü öğrencilerin büyük kısmı üniversite öğreniminin kendine özgü gereklerini destekleyen birer toplumsal çevreye, aile ortamına ve kültürel değer iklimine sahip değildir. Bu durum uzaktan eğitim sürecinde de değişmedi. Öğrencilerin önemli bir yüzdesi, döndükleri aile evlerinde kendilerine ait bir odaya, sessiz bir çalışma ortamına kavuşamadılar ya da ebeveynleri tarafından destekleyici davranışlarla yeterince teşvik edilmediler.

Bu nedenle çok sayıda üniversite açar, fırsatları çoğaltırken, bunun yükseköğretim sisteminde bir kalite yükü yaratmaması için, eğitimi besleyen çevresel koşullara ilişkin tedbirler de almayı düşünmek gerekirdi, yapılmadı. Yani mesele “yok kanun yap kanun!” meselesi değildi. Çok sayıda üniversite, kendiliğinden yüksek kazanımlar sağlamaz. O kurumları, kuruluş mantıklarına uygun ortamlar haline getirmek, öğrencileri çevresel dezavantajları hissetmeyecekleri desteklere kavuşturmak gerekirdi. Bu olmayınca, kervan yolda dizilir demekten başka çare kalmıyor.

Yüz yüze eğitimde kervanı yolda dizmeye çalışan üniversiteler, uzaktan eğitime geçince ne oldu? Öğrencilerin üçte birine yakını, öğretim elemanlarının ise yarıdan fazlası, salgından sonra da uzaktan eğitim yapılsın görüşünde. Bütün dezavantajlarına rağmen oran neden yüksek? Çünkü üniversite öğrenimine tümüyle araçsal bakan bir kısım öğrenci için uzaktan eğitim süreci organize kopyanın daha kolay olduğu sınavlar, para karşılığı yaptırılan ödevler ve kurumun teknik zorlukların etkisiyle öğrenci-merkezli düşünerek puanları bol tutması anlamına geldi. Benim görebildiğim kadarıyla, eğitim uzaktan olmasaydı da başarılı olabilecek öğrenciler dışında, salt uzaktan eğitim sayesinde daha fazla öğrenen, daha başarılı hale gelen öğrencilerin oranı son derece düşük. Öğretim elemanları açısından ise, başlangıçta zahmetli olan ders altyapısı bir kez kurulduktan, slaytlar hazırlanıp, soru havuzları bir kez oluşturulduktan sonra, geri kalanının otomatiğe bağlanmasının gayet kolay olması. Yani uzaktan eğitim, öncesindeki kurumsal ve çevresel açıklardan dolayı, hem öğrenci hem de öğretim elemanlarının hepsi için olmasa da ciddi bir kısmı için verimi değil konformizmi besleyen bir uygulama oldu.