Yükselen bireysel şiddetin kaynağı
Sağlıkta şiddet, kadın cinayeti, sokak kavgaları, mafya hesaplaşmaları… Bunlar günlük haber rutinlerimiz arasına maalesef girdi. Durum sadece bizde böyle değil, dünya genelinde bireysel şiddet yükseliyor. Toplumsal şiddetin nesnel temelleri var. Ülkeler arasındaki savaşlar, iç savaşlar, terör ya da organize suç faaliyetleri türünden toplumsal olaylar bireylerin şiddete eğilimli olması gibi bireysel etmenlerle açıklanamıyor. Ancak toplumsal şiddet ile bireysel şiddetin toplumsallaşması farklı şeyler. Bugün yaşadığımız olay ikincisi. Onun da nesnel temelleri bulunuyor.
Barış içinde yaşamamızın temel şartı hepimizin içselleştirdiği, hukuka dönüşmüş ortak bir değer sisteminin varlığı. Ortak değerler üzerindeki toplumsal uzlaşma ortadan kalktıkça, kendi işini kendi görmeye başlayanların sayısı artıyor, şiddet yükseliyor. Medeni toplumdan orman kanunu ortamına doğru geriliyoruz.
Şiddetin toplumsallaşmasını önlemenin yolu, cezaları arttırmaktan değil –bu ikincil bir mesele- onun nesnel temellerine yönelmekten geçiyor. Oraya baktığımızda neden ülkeyi yönetenlerin sorunu çözemediklerini ve çözemeyeceklerini anlıyoruz. Çünkü sorun sistemsel, yani yapısal bir hal almış durumda.
Hekimlere saldırılıyor çünkü onun hekim olmak için verdiği emeğe saygı erozyona uğradı. Postmodernist kültürel ortam bilmek ile bilmemek arasındaki farkı sildi. Bir konuda uzman olmanın neye tekabül ettiği önemsizleşti. Herkes her konuda konuşabileceğini düşünmeye başladı. Bu düşünsel şiddettir. Ömrünü belli bir konuyu araştırmaya adamış bir insana rahatlıkla sövebilirsin. Çünkü sana bunu yapamayacağını söyleyen bağlayıcı ve içselleştirilmiş bir ortak değer zemini yok. Kadına saldırılıyor çünkü kadının erkekle eşitliği düşüncesi aşındırıldı. Bir taraftan yükselen radikal muhafazakârlığın cinsiyetçi söylemi, diğer taraftan tüketim toplumunun kadını cinsiyetine indirgeyen metalaştırıcı etkisi, iki koldan kadının toplumsal değer ve saygınlığının altını oydular.
Ortak değer sistemimizi erozyona uğratan temel üretimden kopuşla sonuçlanan ekonomik sistem: Kumarhane kapitalizmi yani neoliberalizm. Borsa oynayarak, emlak rantı peşinde koşarak, döviz ticareti yaparak, bono-tahvil alıp satarak üretici olmayan kazançlar elde etmeyi ekonomik faaliyetin merkezine koyan bir sermaye birikim modeli son kırk yılımıza damga vurdu. Bu ekonomik temel, kültürel değerler ve insan ilişkileri düzlemine nasıl yansıyor? Çalışmak, sebat etmek, “dirsek çürütmek” değersizleşti, hatta aptallık olarak görülmeye başlandı. Sermaye sınıfının merkezine yerleşen rantiyer burjuvazi yukarıdan aşağı toplumun üzerine mafyatik bir kültürü boca etti. Sadece çalışmadan kazanma hırsını pompalamakla kalmadı, insanlar arasındaki saygıya dayalı ilişkileri ve hakkaniyet duygusunu da törpüledi.
Ortak değer zeminindeki bu aşınma tersinden de geçerli. Şiddete uğrayan insanlar da aynı toplumun ve kültürel ortamın bir parçası. Somut bir olayda onun şiddete uğramış olması mağduriyet yaratsa da, şiddeti teşvik eden kültürel değer aşınmasına bazı durumlarda mağdurun da katkısı oluyor. Örneğin hizmet üreten bir görevlinin karşısındaki insanın derdini anladığını, çözmeye çalıştığını konuştuğu sözden, beden diline kadar yansıtması gerekirken, umursamazlık ve ilgisizlik mesajı verebiliyor. Sözgelimi acil servise gittiğinizde, cep telefonundan mizah videoları izleyen bir asistan görmek istemezsiniz. Size bakacak yetkili kişi o olmasa bile, ortamda bu tür davranışların olması, kimsenin umurunda olmadığınız duygusunu besler. Şiddete uğrayan kadın bazen şikâyetçi olmuyor. Çünkü sadece erkeğin değil, kadının da sevgisini dışa vurma biçimi hastalıklı biçimler almış olabiliyor.
Kimsenin umurunda olmamak! Bugünün aşırı bireyselleşmiş toplumlarında en yaygın ruh hali bu. En büyük kâbus kimsenin umurunda olmama duygusu. Bu nedenle çoğu insan ya sosyal medyadan her hallerini göstererek ya da şiddet yoluyla başkalarının onları umursamak zorunda kaldığı durumlar yaratarak sorunu çözüyor. Neoliberal düzen, üretimden koparak, genç işsizliğini körükleyerek, gelir dağılımını bozup insanları yoksullaştırarak, aileleri çözerek, emeğe ve yaratıcılığa saygıyı erozyona uğratarak ortak değer sistemini dinamitlediğinde, geride bireyleri kendilerinden ve birbirlerinden koruyacak pek az şey bırakmış oluyor.
Ne yapmalı? Bireylerin şiddete yönelmesinin temelindeki “güçsüzlük” duygusunu ortadan kaldırmak zorundayız. İnsanları üreticiler haline getirmeli, yaratıcı niteliklerini geliştirmeli, öz saygılarını yükseltmeliyiz. İnsan, başkasına saygı duyabilmek için önce kendisine saygı duymalıdır. Üretim ekonomisi sadece daha çok insanın iş bulmasını sağlamak anlamına gelmiyor. Aynı zamanda toplumda emek ve çalışmaya dayalı bir ahlaki değer sisteminin hâkim olmasının da temelini oluşturuyor. psikanalist Wilhelm Reich, “Sevgi, çalışma ve bilgi yaşamımızın tükenmez kaynaklarıdır. Dolayısıyla, yaşamı onların yönetmesi gerekir” demişti.
Yükselen bireysel şiddet olayları, insanlarımızın doğasındaki kötülükten kaynaklanmıyor. Ancak yaşamımızı neyin yönettiği, nasıl yönetilmek istediğimize karar vermemizi gerektiriyor.