Yükseliş ve düşüş günleri
Son on yılda toplumumuzda nerdeyse her yazarın, her kurumun, her partinin çok sert düşüş ve yine çok sert yükseliş günlerini yaşıyoruz.
Ancak bu düşüş ve yükselişi hikaye edecek tek satır okumuş değilim, iş yine bana kaldı.
Kabul edersiniz ki ‘yükseliş’ ve ‘düşüş’ bambaşka ruh halleridir.
İsmimizin bu denli hızlı iniş-çıkış içinde olması herhalde ‘dengemizi’ alt üst eder.
Hayat hikayemizi nerdeyse ‘er meydanı’ cazgırları iki cümleyle özetlemiş: Üste çıktım diye sevinme, alta düştüm diye yerinme...
Büyük bilimsel buluşlar bu yüzyılın ortalarına kadar kişiseldi yani bir ‘deha’ ortaya çıkıyor büyük bir icat yapıyordu, Edison; mikrobu bulan, röntgen ışınlarını bulan, radyo dalgalarını keşfeden... Hepsi tek kişi...
Ancak yüzyılımızın ikinci yarısında sonra dehalar yerlerini kolektife bıraktı, mesela, bilgisayarı, TV’yi, cep telefonunu kim icad etti bilmiyoruz, bir çok buluşun altında birbirini izleyen birbirini tetikleyen ve besleyen bir yığın ve aynı anda çalışmalar var...
İLK KOVULAN YAZAR OLDUM
Efendim, bu icat cümlesini kurma nedenim şudur, bir yazar olarak benim düşüş ve yükselişim ‘tek başına’ gerçekleşmedi, düşüşüm de ‘kollektif’ yükselişim de kolektif...
Başlayayım efendim, otuz yaşlarım sonu kırklı yılların başı yazarlığım Leman mizah dergisinde ‘zirve’ yaptı, birbirinden güzel hikayeleri her hafta yayınladıkça imza kuyrukları bitmiyor, üniversite konferans davetlerine yetişemiyorum, kısa keselim ‘acayip’ adamlardan oldum...
Ve sonra SKY TV günleri başladı, öyle bir izlenme oranları var ki kafayı yersin, daha acayip en acayip bir adam oldum... En büyük konferans salonları dahi yetişmiyor, koridorlar dolup taşıyor ve üniversite yönetimleri her koridora ekranlar koyuyor, derken efendim...
Dünya güzeli iktidarımız, Allah onlardan razı olsun, iki dünyada bahtiyar etsin, efendim, SKY’ın patronuna dörtyüz milyon dolar vergi cezası kesti, derken, SKY yönetimi suçu üstüme attı, ceza kesilmesine sebep Nihat Genç’in konuşmalarıdır deyip beni kovdular.
Böylelikle medyamızda ilk kovulan yazar ünvanını ele geçirdim, birden, üniversite konuşmalarıma yasaklar geldi, peşine Ergenekon, Balyoz süreci başladı...
Geniş kitlelerin sevdiği kucakladığı el üstünde tuttuğu iltifat ve övgülere boğduğu bir acayip yazar iken, birden baş aşağı düşmeye hain kötü yazar ismi silinmesi gereken hain bir yazar olmaya başladım...
Çünkü Oda TV’de yazmaya başlamış ve Ergenekon ve Balyoz operasyonlarına arkadaşlarımla sert muhalefet yapıyordum.
En yakın arkadaşlarımın bakışları değişti, beni ‘öcü’ tuhaf bir ‘yaratık’ gibi görmeye başladılar.
ESERLERİMİ ÇOĞALTTIM
Derken, müdavimi olduğum kahve ve yayınevi sakinleri ellerinde Taraf gazetesi çoğalmaya başladı.
Çok yakınımdaki insanlar bile yüzüme ‘tiksinerek’ bakıyor, beni gördüklerinde şeytan görmüş gibi kaçmaya başladılar...
Peşinden sosyal medyada bir linç kampanyası aldı başını gidiyor, ismimi aşağılamak yok saymak yüzlerce sayfa ve yıllar boyunca gırla gidiyor..
Efendim, ben böyle bir düşüş görmedim, efendim ağzım burnum yamuldu şeklim şemalim bozuldu, efendim çok dayak yedim çok...
Şöyle anlatayım efendim, artık telefonumu çalan tek kişi kalmadı... Şaka değil yedi uzun yıl telefonum tek bir kez aranmadı, efendim, ben yazarım böyle şöyle söylerim, yedi uzun yıl minibüse binecek dolmuş parasını dahi denk getirmek benim için mucize oldu...
Sahneyi de şöyle tasvir edeyim efendim, mesela Ergenekon günleri yeni başlamış, Kızılay’da yürüyorum. Düne kadar ben Kızılay’dan geçerken fotoğraf çektiren ve tanışmak isteyenler yüzünden yarım saatte geçemezdim. Sonra şöyle oldu: ben Kızılay’da yürüyorum, beni gören herkes korkudan kendini yana atıyor. Musa’nın önündeki Kızıldeniz gibi kalabalık yarılıyor ve ben kafesinden kaçmış tuhaf bir yaratık gibi ortadan geçiyorum.
Hatta, kalabalığın içinde eli yüzü düzgün bir hanım kalabalığa tercüman olur gibi bana doğru bağırıyor: Ergenekoncular, alçaklar, hainler, bizi kandırdınız, bize ekranlardan hep yalan söylediniz...
Vaziyet kısaca buydu efendim, artık kitaplarım satmıyor, imza günlerim sönük geçiyor, üniversitelerden hiç davet almıyorum, evin su faturasını dahi ödeyemiyorum...
Bir de üstüne Hrant Dink’in katili Nihat Genç’dir gibi iğrenç saldırılar gelince sahne tamamlandı...
Efendim, başınızı ağrıtmayayım, ben kendime şöyle dedim: Bir sanatçı eserini tesadüfle yazmaz. Eser yazacak yeteneği varsa, aynı eserinden bir daha yapar, bir daha...
Efendim, bildiğim en iyi şeyi yaptım, eserlerimin sayısını çoğalttım, her gün çoğalttım, yedi yıl aralıksız çoğalttım.
Derken efendim, ülkemizde bir bomba patladı Ergenekon-Balyoz operasyonları ters döndü...
BİRDEN İTİBARIM ARTTI
Birden, niyeyse, itibarım arttı... Az da olsa insanlar beni aramaya başladı...
Derken efendim, bir bomba daha patladı, 17-25 Aralık’ta... Bu sefer efendim beni mahküm eden iktidar ve yandaşları tarafından da aranır oldum.
Alttan alta ‘nasılsın efendim’, ‘nasıl gidiyor’, ‘uzun zamandır görüşmüyoruz efendim’ gibi...
Derken efendim, ülkemizde bir bomba daha patladı 15 Temmuz gecesi...
Birden sokaktaki kalabalıklar önümü kesmeye beni kucaklamaya başladı...
Efendim, ben yazmaya çizmeye aralıksız devam ettim, sonra nasıl olduysa, olacak şey değil, diyelim bilinmez bir yan semte yolum düştü, kahvedeki insanlar beni görünce ayağa kalkıyor, alkışlıyor, apartmandan görenler pencereden bağırarak alkışlıyor...
Yahu bunlar kimi alkışlıyor, milli takımımız mı buradan geçiyor diye etrafıma bakınıyorum, hayır, beni işaret ediyor...
Siz olmasaydınız deyip sarılıp kucaklayıp ağlayanlar gırla gidiyor... Yahu kardeşim ben yedi yıl aralıksız minibüse biniyorum, bir insan her gün bindiği minibüse binince alkışlanır mı?
Övücü konuşmalarına bakar mısınız: ‘Hep sizin yanındayız, hep sizi destekledik!’ Neyse efendim, buraya kadar yine sorun yok...
15 Temmuz’dan sonra herkes birbirinden FETÖ’cü diye şüphe etmeye ve bu karışık durum kördüğüm olmaya başladı...
Öyle büyük bir ‘güvensizlik’ bombası ki kimse kimseye güvenmez hale gelmeye başladı...
Yani üç dört haftadır durum böyleyken, şimdi, sıkı durun, sokağa çıkıyorum, insanlar kaldırımda beni görünce...
Esas duruşa geçmeye başladı...
Ben yanlarından geçene kadar esas duruşlarını bozmuyor, mutlu bir ifadeyle gözlerini ben geçinceye kadar yüzümden ayırmıyorlar.
KOLEKTİF BAŞARI
Evet, ismimizin yeniden ‘yükseliş’e çektiği doğru, ama, bu kadarı da fazla, dedim.
Bu memlekette önünde hazırola geçeceğiniz kimse kalmadı mı, ben nihayetinde bir yazarım, beni bir komutan, bir parti genel başkanı gibi karşılamanız ayıp olmuyor mu, diye içimden konuşmaya başladım.
Aslında ismimi takdir etmeleri olağan ve kafiydi, ama nedir bu esas duruş, anlayabilmiş değilim, bu saygı duruşu çok fazla efendim çok fazla...
Ancak saygının bu kadar abartılısını ve ‘fazlasını’ ben yapmadım efendim, iktidarınız ve FETÖ yaptı..
Millete öyle korku verdi, millete o kadar yalan söylediler ki, millet ne yapacağını, kime ne zaman nasıl saygı göstereceğini şaşırdı.
Sevgili okuyucularım, düşüş ve yükseliş hikayem kısaca budur, neticeye gelelim.
Ey karşımda ‘hazırola’ geçenler, bırakın bu şarlatanlığı, bir yazara göstereceğiniz saygı, yazılarını takip etmek, kitaplarını gücünüz varsa satın almak ve ailenizi ve etrafınızı o yazar hakkında bilgilendirmek...
İkincisi efendim, bütün bu ‘yükseliş’ günlerini ben tek başıma icad etmedim, yüzlerce yazar partili aydın avukat gazete internet sitesi hepsi yıllarca çalışarak ortak kolektif bir başarıya imza attılar.
Ne mi yapacağız efendim, bir daha başınıza böyle bir felaket gelirse, başkalarının ne dediklerine değil, yazarın eserlerine bakacağız.
Yakın zamanda bir okumuş bilgili bir çocuk imza günümde yanıma geldi. Nihat Ağbi, sizinle özel bir şey konuşabilir miyiz, dedi.
Buyurun, dedim, ağbi, biz sana 2007 günlerinden beri söylenmedik laf bırakmadık, Nihat Genç delirdi dedik, Nihat Genç saçmalıyor kafayı yedi, dedik. Ve Nihat Genç’i kaybettik deyip defterden sildik ve bir daha yüzüne bakmadık, gömdük seni. Ama şimdi yedi yıl sonra, affet bizi Nihat ağbi, haklıymışsın.
Sonra, muhabbet ilerledi ve çocuk şöyle dedi, ‘Nihat Ağbi, bunu nasıl başardın?’
Şöyle anlattım efendim, ‘Bu başarı delikanlı, tek bir hareketle olmuyor’ dedim.
Sahilde dalgaları seyret, derenin akışını seyret, durmaksızın ara vermeksizin yorulmaksızın bıkmazsızın.
ŞEHİTLERE SAYGI
Ve derelerin ve dalgaların geriye geriye aktığını hiç gördün mü, çünkü, o sakin ve sürekli akışları onları hep ileriye doğru hayata doğru sürükler yüreklendirir...
İleriye doğru coşturur köpürtür...
Dereler ve dalgaların sakin ve kararlı akışları başka ne yapar, dünyanın pisliğini çöplüğünü temizler...
Dereler ve dalgalar başka ne yapar, enerjileri bir defaya mahsus değildir, dereler ve dalgalar her zaman enerji üretir, sürekliliği istikrarı ve kalpleri ve beyinlerini canlandıran o büyük ‘hareketin’ enerjileriyle insan evladı şarj olur.
Şayet, hazır ola geçip selam çakmak istiyorsanız, derelerimizin toprağımızın dalgalarımızın rüzgarlarımızın ve şehit ve bayrağımızın önünde saygıya geçin.
Bir tek kişiyle bir tek partiyle bir tek liderle birkaç adamla olmadı, hepimizi harekete geçiren, derelerimizin dalgalarımızın kulaklarımıza yerleşmiş, asla dinmeyen toprağımızın sesidir.
Saygıyla efendim...