23 Kasım 2024 Cumartesi
İstanbul 19°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Yunus Emre’nin dili

Cemil Gözel

Cemil Gözel

Eski Yazar

A+ A-

Cumhurbaşkanı Erdoğan, içinde, “Bugün genç bir kardeşimizin, Fuzûlî, Bâki, Şeyh Galip bir yana Mehmet Âkif’i, Ömer Seyfettin’i ve Ahmet Haşim’i dahi anlayamıyor olması, bu dönemde dilimize yapılan suikastın sonucudur.” cümlesinin de geçtiği bir konuşma gerçekleştirdi. Erdoğan, özetle, yeni neslin geçen yüzyılın aydınlarını anlamadığını vurguladı.

1932 yılında gerçekleşen I. Dil Kurultayı da halk ve aydınlar arasında iletişim sorunu olduğunu belirtmişti; halk aydınları anlamamaktaydı.

86 sene sonra iki farklı cepheden, iki farklı yaklaşımla, aynı değerlendirmenin yapılması dikkate değerdir. Tayyip Erdoğan, bu iletişim sorununu Dil Devrimine bağlıyor. Erdoğan’a göre Dil Devrimi kadim medeniyetle bağımızı koparmıştır. I. Dil Kurultayı ise, aydınlarla halkın anlaşma sorununun kaynağını, Erdoğan’ın kadim medeniyet dediği yönelime bağlamıştır. Yani Türkçe, “Arapça ve Farsça sözcüklerin baskınına uğrayarak ulusallığını” yitirmiştir.

Benzer eleştirinin iki farklı yönü şu sorulara cevap istiyor: Anlamayan halk mıdır, yoksa anlaşılmak istemeyen aydınlar mıdır? Yani sorun halkta mıdır; aydınlarda mıdır? Cumhurbaşkanı anlamayanın halk olduğunu, I. Dil Kurultayı ise anlaşılmayanın aydınlar olduğunu söylüyor.

Aslında dilimizin anlaşılmama sorunu yok. Anadilimiz olan Türkçe ile söylenmiş her şeyi anlıyoruz. Dilin yapısal kurallarını, özelliklerini bilmesek dahi yabancılık çekmiyoruz. Anlamadığımız Arapça ve Farsça sözcüklerdir. Çünkü Türkçe ile Arapça farklı dil ailelerindendir. Kemal Ateş Aydınlık gazetesinde “Osmanlıca üzerine avurtlaşma” başlıklı yazısını, “Altı yüz yıllık uygulama, Arap harflerinin, ünlüleri bol bir dil olan Türkçeye uymadığını gösterdi” diye bitirmiş. Bunu anlamak için Türkçe ve Arapça sözcüklerin küçük bir yapısal incelemesi dahi yeterlidir. Fakat biz başka bir konu üzerinde duracağız.

Aşağıdaki dörtlükler 1238-1320 arasında yaşadığı varsayılan Yunus Emre’ye aittir. Genç kardeşler acaba bu dizeleri anlayabilmekte midir? Okuyan karar versin…

“Derviş adın edindim

Derviş donun donandım

Yola baktım utandım

Hep işim yanlış benim”

Yaklaşık 7 asır önce söylenen bu dizeler, zannediyorum, hiçbir yardıma ihtiyaç duyulmadan anlaşılmaktadır.

“Gâh eserim yeller gibi

Gâh tozarım yollar gibi

Gâh akarım seller gibi

Gel gör beni aşk neyledi”

Anlaşılma konusunda bir sorun yok gibi görünüyor. Zaten Yunus’un şiirlerinde en anlaşılmaz kelimenin bile anlamı, şiirin tamamının verdiği duygu sayesinde anlaşılıyor. Çünkü bu dil, okuyucunun içine işliyor. Yunus Emre beni hep sevdalara sürüklemiştir. Abdülbâki Gölpınarlı’nın, “Yunus Emre, Hayatı ve Bütün Şiirleri” kitabını sık sık açar okurum. Ne zaman okusam başım döner. Türkçe ile anlaşan herkesin aynı duyguyu yaşadığından eminim. Aşağıdaki dörtlükten yüreği kabarmayan var mıdır? Aynı dil; Türkçemizin kadim şiir yaratma geleneğinin tertermiz kaynağı…

“Evvel bahar olmayınca

Kızıl gül açılmaz imiş

Kızıl gül açılmayınca

Bülbül zârı kılmaz imiş”

Yunus bizi bu denli etkilerken, söz gelimi Yunus’un çağdaşı olan Mevlânâ’yı okuyarak niçin aynı duygusal yoğunluğa ulaşmak mümkün değildir?

Çünkü Yunus’un dili bizim dilimiz fakat Mevlânâ’nın dili bize ait değildir. Mevlânâ sadece bir örnek; Arapça ve Farsça yazan yüzlerce ozan var. Ama hiçbiri Yunus kadar kalıcı olmamıştır. Çünkü Yunus demek Türkçe demektir. “Genç bir kardeşimiz” kendisiyle arasında 700 sene olan Yunus’u rahatlıkla bu yüzden anlayabilir ve onunla aynı duyguları paylaşabilir. Mevlânâ ise daha çok Farsça yazmıştır. Kullandığı diğer diller arasında Arapça, Rumca, Grekçe vardır fakat Türkçe yoktur. Dolayısıyla Mevlânâ ile bir duygusal yakınlaşma kurmak mümkün değildir.

Özetle, “genç bir kardeşimiz”in anladığı bir dil ve anlamadığı bir dil var. Üstelik Dil Devriminden bugüne değil, 7 asır öncesine uzanan bir köprü bu. Yani bir genç Mehmet Âkif’i anlayamıyor ama Yunus Emre’yi anlıyorsa, sorun, o gencin dilinde değil, Âkif’in kullandığı dilde aranmalı. Âkif’in veya Haşim’in ya da Beyatlı’nın anlaşılmamasının nedeni Dil Devrimi değildir, aksine, Âkif bugün anlaşılıyorsa dil devrimi sayesindedir. Dilde ulusallaşma ortak bir anlam havuzu da yarattı.

Dil Devrimi, 7 asır önce şiir söyleyen Yunus’un diliyle bugün arasında, ulusal dilde birleşen bir köprü kurdu. O köprünün altına dinamit döşemek herkesin zararına!