Yurdumsun ey uçurum
Yüzünde gülücüğüyle karanlığı cebinde iktidar olan Demokrat Partisi, yirmibeş kuruşa Amerika düşlerinin hemen sabahında umudu Kore dağlarının ardına taşıyınca, en yakın destekçisi nice aydın, sırtındaki ateşten gömleği bir çırpıda çıkarıp atarak serinliği yeniden aydınlık saflarda aramaya, Nâzım Hikmet’le beraber “vatan hainliğine devam etmeye” soyunur. Der demez ardından ülke tarihinde o güne kadar yaşanmış ünlü ve en yaygın komünist tutuklamaları gelir. Meydan ABD borazanı Necip Fazıl’a kaldı sanılırken, karanlığa karşı hiç değil saf ve yapyalnız cesaretten korkuluk olan ama asla terk etmeyen aydınların usul ama şanlı ayak sesleriyle zonklamaktadır.
ZEKANIN LİRİZMİ
Acıya küçükten aşılı Cemal Süreya, bildik tavır ve söylemlerin üstünde, Anadolu tarihinin derinlikten gelen alaycı zekâsıyla oyalı Üvercinka şiirlerinde, huyunu, “Soyun da gir yanıma / Tenim ilaçtır benim” diyen halk türkülerinden alarak DP zorbalığına aşkın misillemesini boca eder:
Koca bir gül yer alıyor arkamızda
Zulma karşı
Herkesin apışıp kalarak olurdu olmazdı, saçmaydı anlamdı diyerek bocaladığı yerde, Ece Ayhan’ın çok sonraları adını koyduğu çağrıyı eyleme geçirir: “Aşk örgütlenmektir abiler”... Can Yücel’de sırtını argoya veren erkeksi sözcük oyunlarıyla yer yer hırpalanan lirizm, Süreya’da aşkı yurt tutan ve toprağın en zor direnç noktalarına sürükleyen bir cinsellikle mayalıdır. Otuz yıl sonra, bunu daha somut ve aydınlık bir imgeyle gözümüze sokar:
Ne demiş uçurumda açan çiçek
Yurdumsun ey uçurum
UMUT UFKUN BERİSİNDE
Anımsayalım: Cemal Süreya; DP’nin Vatan Cephesi tuzağı karşısında korkularını “Bu ülkede artık yaşanmaz!” teranesiyle saklayan sözde aydınlara omuz silkerek 28 - 29 Nisan 1960’ta derisi Dağlarca’nın duyarlığıyla oluşan direncin saflarında 555 K şiirini eylemlerin sırt çantasındaki ecza gözüne katlayıp yüreklerde pankart açar: “Cebren ve hile ile haklarımızı alan / Zulmu ve alçaklığı yöneten murdar üçgen /.../ Biz şimdi yan yana geliyor ve çoğalıyoruz”. Bu çoğalma, 27 Mayıs’la birlikte umuda ufkun berisinde bir gökkuşağı olarak açıldığında bütün bir tarihi Anadolu toprağına yayar:
Ve balyozla vursalar mısralarına
Soylu bir demir sesi yükselir
Soylu büyük ve mavi bir demir sesi
Tarihin yeniden çatallaştığı yerde zorbalar bütün halkın ve aydınların üstüne bu kez 12 Mart darbesiyle çullanır.
ÜLKE: AYDINLAR ZİNDANI
Cemal Süreya, özel tarihiyle toplumsal tarihin bileşkesini ağıtlara gömülü en uç ilmeklerinden 1970’lerin güncel gerçeğine taşıyıp acı ve direnç tohumlarıyla geleceğe uzatır: Biz kırıldık daha da kırılırız /.../ Kimse dokunamaz bizim suçsuzluğumuza.
12 Eylül, okyanus ötesine her türlü direnci kıracakları sözünü veren cunta şefinin ağzından ülkeyi zindana çevirme programını ilan ettiğinde, şair, emek saflarının yanıtını yine en kararlı ve ısrarlı vurgularla yansıtır:
Aşktın sen kokundan bildim seni
Bir ahırın içinde gezdirilmiş gül kokusu
Ağır karanlığı belki bir tek Abdülhamit’inkiyle kıyaslanabilecek bu zindan ülkede aydınlar kendilerini ilk kez sürgünde duymaktadır. Toplumun dışına, dahası ülke dışına taşmayı hüner sayanların gurbeti elbette bağışlanmaz, ki hepsi birer birer nedamet getirdi. Ama ondan da korkuncu, 12 Eylül depremiyle gelen yarılmanın artçı sarsıntılarla sürekli büyümesi yüzünden halkın tarihsel dokusu bozuldukça aydınların da kendi içlerine kaçmayı ve kendi karanlığına saklanmayı tutkuya dönüştürmesi, dahası kendi halkına karşı sürekli kışkırtma ve ayartmalara kapılmaktan kurtulamayan birçoklarının ülkeden ve tarihinden öç alma dayatmasına yenik düşmesiydi.
“Yurdumsun ey uçurum” imgesini küller altından çıkarıp aydınlığa tutmanın zamanı çoktan geldi geçiyor.