Yusuf Kurçenli ve çelik tencere marşı
21 Şubat, iyi sinemacılarımızdan Yusuf Kurçenli’nin ölüm yıldönümüydü. Dokuz yıl önce, uzun süre boğuştuğu hastalık nedeniyle aramızdan ayrılan usta yönetmen, dostları, öğrencileri ve filmlerini bilen sinemaseverlerce anıldı bu ölüm yıldönümünde de.
Ticari gösterime girme fırsatı yakalayamadığı için seyirci karşısına ilk kez sinema salonunda değil televizyon ekranında çıkmak gibi ilginç bir özelliği bulunan 1983 yapımı ilk filmi “Ve Recep Ve Zehra ve Ayşe”den başlayarak, insana hep “iyi demlenmiş” hissiyatı veren çalışmalarıyla tanıdık Kurçenli’yi. Dönemin TRT yönetiminin vefa göstererek, kurumda yetişmiş bir sinemacının ilk filmine sahip çıkarak seyirciye sunması da takdire değerdi.
TİTİZLİKLE ÖRÜLMÜŞ 10 FİLM
Bir kıyı beldesinde (Yalova-Armutlu) yaşanan sarsıcı bir aşk öyküsünü aktaran “Ve Recep ve Zehra ve Ayşe”nin peşinden de gayet sağlam adımlar attı Yusuf Kurçenli. Gurbetçi işçiler ve Almanya gerçeğine çok farklı bir açıdan yaklaşan “Ölmez Ağacı” (1984); geleneksel değer yargıları ile modernite arasında sıkışmayı anlatan “Merdoğlu Ömer Bey” (1986); çok başarılı bir Sabahattin Ali uyarlaması olan, Konya’nın ünlü oturak âlemlerine bakışlar fırlatan “Gramofon Avrat” (1987); Melih Cevdet’in aynı adlı romanından uyarlanan pastoral bir cinsellik öyküsü sunan “Raziye” (1990); Rıfat Ilgaz’ın ünlü romanından hareketle 40 kuşağı aydınlarının dramına, 12 Eylül’e göndermeler yaparak yaklaşan “Karartma Geceleri” (1990); 12 Eylül sonrası yaşananları ve savrulmaları eleştiren “Çözülmeler” (1994); beş yönetmenli “Aşk Üzerine Söylenmemiş Her Şey” (1995); gene 12 Eylül’e dönük bir hikaye anlatıp kırık bir aşka odaklanan “Gönderilmemiş Mektuplar” (2002) ve Karadeniz’deki “kripto” Hıristiyanların dünyasına dalan “Yüreğine Sor” (2009)…
Yusuf Kurçenli yurtiçi ve yurtdışı festivallerde önemli ödüller kazanmış, geniş sinemasever kitleleri tarafından iyi tanınan bir sinemacı değildi belki ama filmografisi tertemiz işlerle doluydu… 30 yıl boyunca oluşturulan, temiz bir işçiliğe dayanan, titizlikle örülmüş, alçakgönüllü anlatımlara sahip ve kalıcı olma özelliği taşıyan filmler bunlar. Bu arada “Taşların Sırrı” adlı ilginç televizyon dizisini de unutmayalım.
ETKİLEYİCİ BİR EZGİ YÜKSELDİ
Yusuf Kurçenli’yle ilk kez nerede tanıştığımı hatırlamıyorum ama 1992 yılında onunla ve İlyas Salman’la birlikte katıldığımız bir paneli ve sonrasını dün gibi hatırlıyorum.
Adapazarı Halkevi’nin davetlisi olarak gittiğimiz, oldukça kalabalık bir dinleyici kitlesi bulunan panelde, “Karartma Geceleri” başta olmak üzere Kurçenli’nin çalışmaları, Türk sinemasının sorunları, genel olarak sinema sanatı gibi konular üzerinde duruldu. Panel bittikten sonra, çoğu öğrenci olan Halkevi yöneticileri bize bir de yemek verdi. 10-15 kişi, Adapazarı’nın büyük otellerinin birinin çatı katında, geniş bir restorana gittik. Restoran, boş sayılırdı. Bizden başka yalnızca, restoranın tam öbür ucunda oturan, 10-15 kişilik bir grup vardı. Yemekti, sohbetti derken, öbür gruptan hep bir ağızdan, biraz uzakta olduğu için sözlerini tam anlayamadığımız, marş-türkü karışımı çok güzel, çok etkileyici bir ezgi yükseldi. Sözleri tam anlayamıyorduk ama müzik gerçekten etkileyiciydi. Hatta Yusuf Kurçenli, saygı gereği, masadaki sohbete ara vermemizi istedi, hepimiz sustuk, türkü bitince de alkışladık, kadeh kaldırdık…
“ÇÖZÜLMELER”DEKİ BİR SAHNE
Masamızdaki gençlerden biri, o grubun bir çelik tencere firmasının bölge elemanları olduğunu, aralarından birkaçının 10 yıl öncesine kadar hızlı solcu olarak tanındığını, yemeği de son dönem satış başarılarını ve diğer bölgeleri geride bırakmış olmalarını kutlamak için düzenlediklerini, o güzelim ezginin de firmanın marşı olduğunu söyleyinceye dek, keyfimiz gayet yerindeydi. Sonrasında ise tuhaf bir sarsıntı yaşamış gibiydik, bir tür kandırılmışlık duygusu çökmüştü üzerimize. Özellikle Yusuf Kurçenli, çok bozulmuş, belli etmemeye çalışsa da belirgin biçimde sinirlenmişti. “Bu olayı bir filmde kullanmalısınız” dedim.
İki yıl sonra çektiği “Çözülmeler”de o gün o restoranda yaşadığımıza çok benzeyen bir sahne vardı!