Yüzümüz hangi bakışsız yüzümüz
Senden geçiyor bakışım” dedi, adam. Sustu kadın. Ötedeki denizi gösterdi: Hangi ırmak gelir karışır buraya, merak bile etmiyorsun!” Tutsak aldın beni de ondan!”Ah, siz erkekler nasıl da bahaneler yaratırsınız...”O film karesindeki diyalogları belleğimde tutmuşum, nasılsa.Kadın heyecanla tatillerinden söz ediyordu, ironi de katarak. Adamın kaşları çatıldı bir ânda, yüzü alalandı. Kendini ele vermek istemeyen bir tavra büründü bakışları. Yüzünü sertçe dönünce ona, sustu kadın. Vazgeçti anlatmaktan. Yüzleşmek ne acı diye geçirdin içinden. Şunu fısıldadın kendine: Yüzümüz duvara karşı!Bakmıyoruz, görmüyoruz. Yaşadığımızın anlamını yerli yerine koyamıyoruz. Günü, zamanı bir saman alevi gibi tüketiyoruz.Çoğu kez, uzağında duruyoruz hayatın. Gündelik bilgilerle yaşıyoruz. Ya kulak misafiri olarak öğreniyoruz ya da geçip televizyonun karşısına, gezinip duruyoruz sunulan dünyalar arasında. Oralardan devşirilenleri yaşama biçimi kılıyoruz.Kendimize bakmayı seviyoruz. Ama incelemeyiz. Derinlikten ürkeriz, sığlık iyi gelir. Başkalarının hayatını gözlemenin sanrısı da hep içimizde...Göz göze gelmekten ürküyoruz, söz söze durmak en yabancısı olduğumuz şey. Birbirimize bakarak konuşmayı sevmeyiz.Kuşların dilinden bihaberiz. Doğanın değişiminden, mevsimlerin renginden uzağız. Kışı özlemeyiz, yağmura lanet okuruz; baharı dertsiz olduğu, yazı tembellik getirdiği için bekleriz.Sokakların ölümüne aldırmayız, unutmuşuzdur bir mahallede yaşamanın sıcaklığını. Marketler, alışveriş merkezleri bakışlarımızla erir...Alışkanlıklarımıza yenilgiyi başarı sayarız. Yıkıcı arzuyu, “ben böyleyim, ne yapayım” diye sunarız. Öteledikçe yabanlaşır, tükettikçe de çoğaldığımızı sanırız.Yüzümüz duvara karşı yazarız. Hayatı ıskaladığımızın farkında değilizdir.Evlerimiz birer sığınak, işlerimiz/uğraşılarımız yabancılaşma arenası. Sevmeden başlarız güne, usançla tüketiriz günü. Gecenin dilini çözmeden teslim oluruz düşsüz uykulara...Kapanırız kendi dünyamıza. Görmek istemeyiz ötesini. Dünyanın seyri film gibi gelir bize. Savaşlar, ölümler, acılar, yoksulluklar vb. çok ötemizdedir.Yüzümüz duvara karşı, bakışsız bakarız.Yaşadığımızı sanırız hayatı, bize sunulan günü. Ötemizdeki renklerin, uğuldayışın farkında olmayız sıklıkla. Üşeniriz pencereyi açmaya, gökyüzüne bakmaya. Göğü adımladığımızı sanırız bazen. Dalda tüneyen karganın zihninden geçenleri düşünmeyiz. Ondaki kavrama bilincine uzağızdır. Mavi gökte süzülen turna katarını leke gibi görürüz. Uzağızdır doğanın deviniminden.Sevgisizlik çölünde bir derviş gibi sanırız kendimizi bazen. Bilmeden bilge, öğrenmeden öğretici kesiliriz. Ayağımızın altındaki yerin anlamını bilmeyiz, aidiyet duygusunun insanı var eden değer olduğuna kaparız bakışlarımızı. Kitapsız, kedisiz, aşksız hayatı seçeriz çoğunlukla. Çabuk tüketiriz her şeyi, sevgileri tükettiğimiz gibi.Engelsizliğin engeli oluruz kendimize, farkında olmayız. Yüzümüz duvara karşı hayatı ıskaladığımızı biri anlatır bir gün, küseriz ona. İzlediğimiz bir filmde görürüz kendimizi. Acırız haline o duruma gelenin.Arayışın, bilmenin kaygıları çok uzağımızdadır. İmkânsızlığın duvarlarıyla etrafımızı ördüğümüzün farkında olmayız.Gün gelir ölürüz, kimse sormaz adımızı. Yüzümüz duvara karşı...Düşümde gördüklerimi yazıya geçerken, nelerin zamanla benim aramda durduğunu düşündüm. Aynalarda çoğalan yüzlerimiz, takındığımız maskelerimiz... Kuralsızlığın zamana egemen bakışı...Ve geceden çıkıp gelen hatırlamalar...Bellek... Ah! O acımasız yolculukların barınağı, düşlerimin seranadıdır her dem. Kaçamayız ondan, aksine sığınırız. Yüzümüz, onca bakışsızlığın izini alır taşır kendi zamanımıza. Orada her dem insan ruhunda uyandırılmayanların neler olduğunu da hatırlatır o saklı yüzümüz, bakışsız bakışlarımız...