Zor günler için iki uyarı: (Kılıcını indirenin boynu gider!)
ATLANTİK'E DÖKÜLENLER
Atlantik'e dökülenleri görmediniz mi?
Barış elçileriyiz biz, esenlik getirenleriz, derlerdi.
Hani şu zalimlerle güvertede dans edenler vardı ya,
Eğreti yürüyen, yeryüzü bozguncularıdır onlar:
Nasıl da saçılıp gittiler karanlık sulara,
Dolunaylı gecenin akvaryum balıkları gibi.
Hava dönüp deniz dipten patlayınca birden,
Hani şu kendi öz halkına sırt çevirenler vardı ya,
Yağmurlu, kasırgalı havada deniz dipten kabarınca,
Nasıl da gömülüp gittiler karanlık sulara,
Gemi esaretten çıkıp özürlük rotasına yatınca.
Dinlemez hain biniciyi, soylu at nasıl parlarsa,
Attı gemini, kopardı dizginini, şahlandı arşa...
Gövde azgın sularla boğuşa boğuşa ileri atılınca,
Atlantik'e dökülenleri görmediniz mi?
Hani şu güvertede ağlayıp sızlananlar vardı ya,
Mazlumun göğsüne basıp zalim direğine sarılanlar.
Yetiş ya Batı, diye katillere yalvara yakara, onlar,
Bizim Can'dan değil, Coni'den medet umdular.
Konforlu mevki şarlatanları, hokkabazlar hele de,
Düşünce denize nasıl da yılana sarıldılar.
Boğulurken bile sövüyorlardı gemiye, yelkene, yele.
Tarih döndü, talih Asya'dan yana, rüzgar pupada,
Pruva dalıp çıkıyor yüzyılın dalgalarına...
Ayakta uyuyanlar, düş görenler savruluyor.
Akılları tutulup bir gerçeğe tutunamayanlar vardı ya,
Kayırırken şeytanları, darbe sırtlanlarını,
Döküldüler Atlantik’in kılıç balıkları arasına.
Ülke yatırınca gövdesini gündoğusuna,
Zorlanıyor kaslar, gıcırdıyor eklemleri, kemikleri.
Atlantik'e dökülenleri görmediniz mi?
Savurup atacak Batı korsanlarını, kaptanları da,
Yok olup gidecek fırtınada dincisi de, kincisi de.
Nasıl da karıştı sıcak hayalleri buzlu sulara.
Ele geçirdi dümeni damarlardaki asi kan,
Gençliğe Hitabe emirleri, kıtalara hitap ediyor.
Ayaklandı maddi gerçeğin Türkiye tayfası,
Ferhat nasıl alırsa Şirin'i kollarına haykıra haykıra.
İskele alabanda, hey babam, vira özgürlük, vira!
Çakan şimşekler arasında gemi soylu bir at gibi,
Bırakarak geride Atlantik’e dökülenleri,
Hamle yapıyor köpük içinde Yükselen Asya sularına,
Görev başında bilimcisi, sanatçısı, demircisi...
Makine dairesinde Mustafa Kemal'in askerleri var,
Dümende Mustafa Kemal'in ta kendisi.
HERKES İŞ BAŞINA!
Yere basan ayağa iş yoksa,
Kavrayan ele, konuşan dile,
Çaresiz babaya, çileli anaya iş yoksa,
İş yoksa nişanlıya, yeni evliye,
İş yoksa mavi tuluma, beyaz önlüğe,
İş düşüyor sıkılan dişe, düşünen başa,
Isırılan yumruğa iş düşüyor.
İşten atıldıysa Aydın’ın inciri,
Tosya’nın pirinci pazardan kovulduysa,
Pusuya düşürüldüyse Konya Ovası,
Yatağında öldürüldüyse Diyarbakır karpuzu,
Çürütüldüyse Tuz Gölünün tuzu,
İş düşüyor yurtsever hocaya,
Hekime, hâkime, savcıya, sanatçıya iş düşüyor.
İş yoksa pancara, mısıra, fındığa,
İş yoksa hamsiye, palamuda, mezgide,
Tekirdağ’ın sarı kızına,
Rize’nin çay filizine iş yoksa,
İş düşüyor dokumacıya, doğramacıya,
Madenci ile makiniste iş düşüyor.
Amerikan sigarası patron olduysa,
İşten attıysa Samsun’u, Bafra’yı, Yenice’yi,
Başa geçtiyse Beşinci Kol Beyi,
Teslim ettiyse tarlayı, tapanı, kutsal bahçeyi,
İş düşüyor emekliye, şoföre, aşçıya
Yerdeki taşa, gökte uçan kuşa iş düşüyor.
Yoğurda, süte, nohuda,
Ovaların bereketine, toprağın kutlu etine
Geçirildiyse işgalci üniforması,
Çalıştırılıyorsa hepsi gavur hesabına,
İş düşüyor tornacıya, makineciye,
Ebeye gebeye, eczacıya iş düşüyor.
Atatürk Çiftliği’nin boynu vurulduysa,
Tuzak kurulduysa Ceylanpınar’a,
Domuzları tıka basa doyurup da
Aç bıraktılarsa tiftik keçisini,
İş düşüyor kazmaya, küreğe, tüfeğe,
İş düşüyor çarpan yüreğe!
Tıkadılarsa fabrika bacalarını,
Kestilerse çarşıların damarlarını,
Maltepe’de, Kocaeli’de, Bursa’da,
Falakaya yatırdılarsa dokumayı, petrokimyayı,
Kırdılarsa sanayinin kollarını…
İş düşüyor mimara, mühendise,
Tüccara, yurtsever polise iş düşüyor.
İş düşüyor Ayşe’ye, Fatma’ya, Ali’ye, Veli’ye,
İş düşüyor ölüye diriye!
Haydi! Herkes işbaşına!