Zorunlu kentleşme -(TAMAMI)
Türkiye’de 1950’lerden sonra başlayan ve giderek hız kazanan kentleşme hareketi sağlıksız veya çarpık kentleşme tartışmalarını da beraberinde getirmiştir. Kısaca kentlerin, denetimsiz ve altyapısız olarak büyümesi olarak tanımlayabileceğimiz sağlıksız kentleşme birçok farklı nedene bağlanmıştır. Nüfus artışı yanında, kırsal alanda iş olanağını kaybeden nüfusun, iş bulma amacıyla kentlere göç etmesi temel neden olarak gösterilmiştir. Nitekim 1927-50 arası ortalama yüzde 75 olan kırsal nüfus 1950’den sonra hızla düşerek, 2011 yılında yüzde 23,7 olmuştur. Bu değişimin kentleşme, hızlı büyüme ve ekonomik dönüşümün doğal bir sonucu olduğunu düşünenler de olmuştur. Ancak, bir incelemede, 1950’den beri hükümet edenlerin, yerel yönetimlerin isteyerek veya istemeyerek bu olumsuz gelişmelere göz yumdukları, hatta desteklediklerini öne sürmek haksız bir değerlendirme değildir. Sağlıksız kentleşmenin bir kıyı ve arazi yağmasına dönüştüğü yanlış bir saptama olmayacaktır. Kaçak yapılaşma yanında, örneğin bir yandan devletin olanakları ile sulama kanalları yapılırken, kanallarla yan yana yazlık sitelerin yapılması ve aynı şekilde sulama kanallarının yanında sanayi sitelerinin yer aldığı kamuoyunun gözlediği gerçeklerdir.
Kentlerimiz o kadar sağlıksız yapılanmıştır ki ancak kentsel dönüşüm yasa ve uygulamaları ile bunlar düzeltilmeye çalışılmaktadır. Yine verimli tarım alanları ve araziler o derece yağmalanmıştır ki, Tarım Kanunu ve Tarım Arazilerinin Korunması yasaları çıkararak zevahir kurtarılmaya çalışılmaktadır. Ancak bunlar yapılırken, tam da bu yasalarla amaçlananların dışına çıkılıp, bir anlamda sağlıksız kentleşme yasa yoluyla zorunlu hale getirilmektedir.
Özellikle 1990’lardan sonra, sonuç aynı olsa da sistem ve uygulamalar farklılaşmıştır. Bir yasa veya düzenlemeye karşı çıkılması veya savunulmasında “AB uyum süreci” bu davranışlara, destek yapılmaya başlanmıştır. Bir Avrupa ülkesi gibi, kent nüfusunun sağlıklı bir gelişme ile artması, benzer şekilde tarımsal nüfusun yine gelişmelere paralel olarak sanayi ve hizmet sektörüne kayması beklenirken, Türkiye’de bu, yasalarla yapılmaya çalışılmaktadır. Yapılanların siyasi yanı bir tarafa konsa bile, örneğin, seçime yaklaşırken beldeleri ilçe yaparak kentli nüfusu artırmak ne anlama gelir. Son mahalli seçimler öncesi yapılan düzenlemeler ve yeni çıkan büyük şehirler yasasında yapılan değişikler de maalesef benzer sonuçlar doğurmuş ve doğuracaktır. Örneğin TMMOB Şehir Plancıları Odası’nın son düzenlemeyle ilgili raporunda 16082 köyün tüzel kişiliğinin sona ereceği bildirilmektedir. Yani 16082 köy daha kentlerin mahallesi olacaktır.
Sözün kısası sağlıksız kentleşme için köyden kente göçe gerek yok artık. Biz köye gideriz, nasıl mı? A köyü şehre yakındır. Hayvancılık ağırlıklı tarım yapılır. Özellikle süt sığırcılığı, besicilik vb. Yasal düzenlemeyle tut sen bu köyü bir ilçenin mahallesi haline getir. Köy artık köy olsa da kağıt üzerinde ve yasal olarak köy değildir, B ilçesinin bir mahallesidir. Araziler talan edilir, imarlar kat-kat artar, inek ahırları ve silaj çukurları yanında apartman blokları yan yana yükselir. Arazileri ve tarımı korumak için çıkarılan yasalar yasa bolluğuna katılıp, kendiliğinden kadük olur. Kooperatifçiliğin Türkiye’de 1980’den sonra yok sayıldığını unutan bir meslektaşım soruyor; Hocam bizim köydeki bu Tarımsal Kalkınma Kooperatifi ne olacak diye. Cevap basit mahallede tarım kooperatifi, olacak şey değil. Unutulur gider.
Bu durumda mahalle haline gelen köyde yaşayan köylü ne oluyor. Kendiliğinden kentli, yani zorunlu kentlidir. İstese de istemese de o artık kentlidir. Hayvanını, ahırını, tarlasını bırakmak zorundadır. Daha sonrası mı? Reçete hazır zaten bu konuda yeterince deneyim de kazanılmıştır “Kentsel Dönüşüm“.
Yeni yılın, tüm dünya için kansız ve barış dolu günlerin başlangıcı olması umut ve dileğiyle.