Kuyumcu Terazisi ve Kantar
Hangi yükün hangi tartıya konulacağı meselesi bir nakliyat sorunu olmakla birlikte, siyaset bilimine de uygulanabilir.
Her şeyden önce tartının yüke uygun olması gerekir. Mesela bir çuval unu kuyumcu terazisinde tartmaya kalkarsanız, teraziyi ezersiniz. Bir tutam altın tozunu kantarda tartmaya kalkarsanız, yel alıp götürür.
Müftü nikâhını eleştiren bir CHP milletvekili geçenlerde güzel güzel anlatıyordu: “Getirilen bu yasa teklifi anayasada yer alan laiklik ilkesinin açık ihlalidir. Bu yasa yurttaşlar arasında bölünmeler yaratacaktır.” Öyle mi? Ne büyük bir hakikat! Herkes bunu biliyor ve görüyor zaten. AKP’lisinden komünistine, IŞİD’çisinden CHP’lisine kadar hiç kimse sayın milletvekilinin bu iki cümlesinin doğruluğunu sorgulayamaz. AKP’nin laikliği çiğnerken yüklediği un çuvalları anayasadan ve mevcut bütün yasalardan oluşan kuyumcu terazisini çoktan ezdi ve dümdüz etti.
Ya da başka örnek: “AKP faşizmine karşı cephe ancak sosyalizm bayrağını yükselterek, en geniş işçi emekçi mücadelesiyle kurulabilir.” Güzel sözler! Zaten başka türlü nasıl olabilir? On beş senedir lafa başlarken, “Bismillahir...” der gibi hep bunu söylüyoruz. Bu örnekte de altın tozunun kantarda tartılma girişimini görüyoruz. Kantar, üzerine konulan ağırlığı hissetmiyor, koca tartı aletinin üzerinde parıldayan altın tozu gelip geçenlerin dikkatini bile çekmiyor.
Reis, “Sonuçları ağır olur” diyerek tehdit ettiği belediye başkanlarını istifaya zorluyor. Fakat imalı atışmaların ancak kapalı rejimlerde görülebilecek hükümet sırları ve belediye yolsuzlukları üzerinden yapılan karşılıklı şantaj ve tehditlerle sürdüğü görülüyor. Birisi, “İstifa ederim ama benimle uğraşma” derken; ötekisi, “İstifa edersen seninle uğraşmam” diyor. Öylece bakışıyorlar. Ne kadar ağır bir çuval. Bunu nasıl tartacağız? Buraya nereden geldik ve buradan nereye gideceğiz? Savcıları harekete geçiren gözü bağlı adalet kızının elindeki teraziyi ne zaman aldılar, ne zaman tecavüz edip onu tutukladılar?
Evet, Sayın Topbaş’ın istifası İstanbul’da bir ferahlama yarattı. Ankara nüfusunun yarısı için bir nefret nesnesi haline gelen Sayın Gökçek’in istifası da elbette büyük bir sevinç dalgası yaratacaktır. Fakat ortada ancak tır ya da kamyon kantarıyla tartılabilecek kadar büyük bir çuval var. Bu çuvalın yarın CHP’li belediyelerin başına da geçirilmeyeceğini kim söyleyebilir? Siyasi iktidar 24 Mart 2019 yerel seçimlerine kayyumlarla ve temize çekilmiş hesap defterleriyle gitmeyi planlıyor. Geniş bir oyun sahası var; seçim yasasını değiştirecek, uyum yasalarını çıkaracak, “Fatih’in torunları” diyerek coşkuyu verecek. Çok işi var. Durmadan yola devam edecek! “Fakat bunlar Cumhuriyet’in ve çağdaş demokrasinin esaslarına...” mı diyorsunuz? O zaman çuvalı kuyumcu terazinde tartıyorsunuz.
Sui generis (nevi şahsına münhasır) bir siyasî iradeyle yüz yüzeyiz. Tarihteki yeri ancak Romalı isyankâr Konsül Lucius Sergius Katilina’yla (MÖ. 108-62) kıyaslanabilir. İmparator olmaya çalışırken Roma’yı yıkmıştır. Çiçero, “Katilina Söylevleri”nde bütün bunları bir bir anlatmış, olayı tarihin değirmeninde öğütmüş ve terazisinde tartmıştır.
Tarihin değirmeni yavaş döner ama ince öğütür. Onun hükmü aynen Reis’in sık sık değindiği “kaderin üstündeki kader, göklerden gelen karar” gibi bir şeydir.
Siyaset bilimci bir melek göklerden inseydi siyasî iktidarın kulağına şöyle fısıldardı: Boşuna debelenme, önceden düşünecektin. Kendini hain müttefiklerinden ayırdın ama sınıfsal tabanını kaybettin, devletin geleneksel bürokrasisini yok ettin, ordunun askerî dengesini bozdun, ekonomiyi devletten ayırıp çakallara teslim ettin. Terazinin ve kantarın ayarlarıyla oynayarak kazanacağın her seçim senin felaketin olacaktır! “Ben kardeşimin bekçisi miyim?” diyen Kabil’e Tanrı’nın dediği gibi “Bundan sonra sen yeryüzünde bir asi ve kaçak olacaksın ve her kim seni görürse öldürecektir.”