Mavi Vatan'da acil 6 adım
Türkiye her ne kadar Ege ve Doğu Akdeniz'de Yunan şımarıklığına donanması ile karşılık verse de, diplomatik ve hukuki bir atak ile elini güçlendirmesi gerekiyor. Bunun için hızla atılması gereken adımları Aydınlık inceledi.
Doğu Akdeniz'de Yunanistan'ın Türk egemenlik alanlarına yönelik tacizleriyle başlayan gerginlik, Atina'nın Meis'e asker çıkarmasıyla birlikte üst seviyeye taşındı. Gayrıaskeri statüde bulunan Meis'in silahlandırılması, Lozan dengesini bozmakla birlikte bu adaların devir şartını ortadan kaldırmaya kadar gidebilecek bir hukuki sürecin nüvelerini taşıyor. Türkiye, Yunanistan'a yönelik uyarılarını en üst düzeyde yaparken, uzmanlar gayrıaskeri statünün ihlali konusunda Birleşmiş Milletler Güvenlik Kurulu'na başvuruların hızla yapılması gerektiğini vurguluyor. Bunun yanında egemenliği Yunanistan'a devredilmemiş ada, adacık ve kayalıklar konusunda hukuki sürecin başlatılması, Ege'de 3 mil rejimine geri dönülmesi çağrısı ve Doğu Akdeniz'de hızla Münhasır Ekonomik Bölge ilan edilmesi de Türkiye'nin atabileceği adımlardan…
GAYRIASKERİ STATÜ İHLAL EDİLİYOR
Gayrıaskeri statüdeki Ege adalarının hukuki rejimi Altı Büyük Devlet Kararı, 1923 tarihli Lozan Barış Antlaşması, Lozan Boğazlar Sözleşmesi ve 1947 tarihli Paris Barış Antlaşması ile belirlendi. Bu anlaşmalarla birlikte Ege'de bir denge kurularak Türkiye'nin üzerindeki tehdit sonlandırıldı. Fakat bugün Yunanistan, Birleşmiş Milletler Antlaşması'nin 51. maddesine dayanarak adalarını silahlandırdığını, bu bakımdan ana sözleşmeleri ihlal etmediğini ileri sürüyor. Her ne kadar söz konusu maddede "Bu Antlaşma'nın hiçbir hükmü, Birleşmiş Milletler üyelerinden birinin silahlı bir saldırıya hedef olması halinde, Güvenlik Konseyi uluslararası barış ve güvenliğin korunması için gerekli önlemleri alıncaya dek, bu üyenin doğal olan bireysel ya da ortak meşru savunma hakkına halel getirmez" denilse de, sözleşmelerle gayrıaskeri statünün kabul edilmiş olması, devletlerin egemenliğine getirilen bir kuraldışılığın da kabulü anlamına geliyor.
Gayrıaskeri statü (demilitarized), silahsızlandırılmış statüden (diarmed) farklı olarak egemen ülkenin tüm tahkimat olanağını ortadan kaldıran, üç boyutlu devlet ilkesi gereğince hava, kara ve deniz ülkesinde geçerli olan bir rejimi ifade ediyor. Örneğin silahsızlandırılmış ifadesinin kullanılması askeri amaçlarla kullanılmayan askeri hava araçlarının uçuşuna ve hatta ikametine müsaade ederken, gayrıaskeri statü ne uçuşlara, ne sahil güvenlik gemilerine ne de insansız deniz ve hava araçlarına izin veriyor.
Londra Antlaşması'nın 5., Atina Antlaşması'nın 15., Lozan Anlaşması'nın 13., Boğazlar Sözleşmesi'nin 4. ve 6. maddesi ile 1947 Paris Antlaşması'nın 14. maddesi ile ilgili ekleri, gayrıaskeri statünün tartışmaya mahal vermeyecek şekilde kabulünü içeriyor. Bu sözleşmelerde hava ve deniz ülkesine yönelik özel hükümler getirilmediği için de rejimin en geniş yorumuyla uygulanması gerekiyor. Nitekim Finlandiya’nın güvenliğini gözeterek “1921 tarihli Aaland Adası’nın Tarafsızlaştırılmasını Düzenleyen Sözleşme”de, gayrıaskeri statü içindeki çeşitli imtiyazların özellikle tanımladığı görülüyor. Bu bakımdan mevcut rejimde Yunanintan'ın değil adalara asker çıkarması, askeri amaçlarla kullanılan sivil uçakların hava sahasından geçmesine dahi müsaade edilmemesi gerekiyor. Aynı şekilde 1994 tarihli San Remo Manüeli gereğince askeri faaliyetler için kullanılan ticari gemilerin dahi önlenmesi, askeri gemi statüsündeki Sahil Güvenlik botlarının da geri çekilmesi gerekiyor.
Bu bağlamda adaların Yunanistan'a devir şartının ortadan kalkacağı belirtilerek Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'ne, 4. maddeyi ihlal nedeniyle NATO'ya ve Avrupa Birliği'ne gerekli itirazların yapılmasının, Türkiye'nin uluslararası arenada elini güçlendirebileceği değerlendiriliyor.
EGAYDAAK'LAR İÇİN HAMLE ZAMANI
Milli Güvenlik Kurulu'nun saptadığı üzere, Ege'de egemenliği antlaşmalarla Yunanistan'a devredilmemiş 153 ada, adacık ve kayalık (EGAYDAAK) bulunuyor. Trakya yüzölçümünün yarısı kadar karasularına sahip olan EGAYDAAK'ların aidiyetini belirlemeden karasuları, kıtasahanlığı, münhasır ekonomik bölge, hava sahası ve arama-kurtarma sorumluluğu tayin edilemiyor. Nitekim İstanköy'lü olan Aydın Milletvekili ve İçişleri Bakanı Şükrü Kaya'nın daha 1936 yılında bu adalara çıkarak bayrak asması ve tabela koyması, Türkiye'nin adalarla uzun yıllardır ilgilendiğini gösteriyor. Daha da öncesinde 1932 yılına ait İtalyan belgelerinde ise Türkiye'nin Eşek ve Bulamaç Adası'nda hak iddia ettiği açıkça görülüyor. Türkiye'nin elini bağladığı iddia edilen Lozan'ın 16. Maddesi'nin ise doğru yorumlanması gerekiyor. İlgili maddede şu ifade ediliyor:
"Türkiye işbu Andlaşmada belirlenen sınırları dışındaki tüm topraklar ile bu topraklardan olup gene bu Andlaşma ile üzerinde kendi egemenlik hakkı tanınmış bulunanlar dışındaki Adalarda -ki bu toprak ve Adaların geleceği ilgililerce saptanmış ya da saptanacaktır- her ne nitelikte olursa olsun, sahip olduğu tüm hak ve senetlerden vazgeçtiğini açıklar."
İşte Türkiye'nin 3 mil dışındaki tüm adalardan feragat ettiği şeklinde yorumlanan bu maddede, adacıklar ve kayalıklar üzerine bir hüküm kurulmadığı görülüyor. Nitekim 15. maddede adacık kavramının ayrı bir coğrafi formasyon olarak kullanıldığı anlaşılıyor. Ayrıca adalar üzerinde özel hükümlerin bulunduğu Lozan'da genel bir hükmün uygulanamayacağı da değerlendiriliyor.
Dolayısıyla Türkiye'nin hızla bu adalar için hukuki süreci başlatması, fiili devlet uygulamaları ile de aidiyet sorununu ortadan kaldırması gerekiyor.
3 MİL REJİMİNE DÖNME ÇAĞRISI
Lozan Barış Antlaşması'nda Türkiye ve Yunanistan'ın Ege'de karasularının 3 mil genişliğinde olacağı karara bağlandı. Fakat Yunanistan, önce "Mussolini tehdidi var" diyerek 1931'de hava sahasını 10 mile, ardından 1936 yılında tek taraflı olarak karasularını 6 mile çıkardığını duyurdu. Bu dönemde henüz Deniz Hukuku Konferansı toplanmamış, kıtasahanlığı kavramı ortaya çıkmamıştı. Fakat 2. Dünya Savaşı'nın ardından Yunanistan ve İtalya arasındaki düşmanlığın sona ermesi, iki ülkenin de 1952'de NATO çatısı altında müttefik olması ve 1958 yılında Kıtasahanlığı Sözleşmesi'nin ortaya çıkmasıyla birlikte Yunanistan'ın "statüko ante" gereğince savaş öncesi duruma yani 3 mil rejimine dönmesi gerekirdi. Türkiye de 1964 yılında Kıbrıs nedeniyle kendi karasularını 6 mile çıkardı. Fakat bugün hem Türkiye'nin talebi hem de Yunan Cumhurbaşkanı’nın 2018'de söylediği "Antlaşmanın, ikili ilişkileri ve sınırları belirlediği, bunun tartışılacak bir antlaşma olduğuna inanmadıkları" sözleri gereğince, Ege'de yeniden 3 mil rejiminin tesisi sağlanmalıdır. Açık deniz alanlarının yüzde 75'e çıkacağı ve kıtasahanlığı paylaşımında adaletin sağlanacağı bu rejim, aynı zamanda Türkiye'nin Yunan karasularına uğramadan açık denizlere çıkabilmesini de garanti altına alacaktır.
Bunun yanında Yunanistan'ın tüm adalarının 6 mil karasuyuna sahip olduğuna yönelik algı da değiştirilmelidir. Ters tarafta kalan, Türkiye'ye 200 milden yakın olan ve kıyıdaş devletin açık denizlere çıkışını kapatmama ilkesini doğrudan ihlal eden böyle bir düzenlemenin uluslararası hukukta yeri yoktur. Çin ve Hong Kong İngiliz İdaresi arasında 1899 yılında yapılan sınırlandırma anlaşmasında, İngiliz egemenliğinde bulunan ancak Çin kıyılarına çok yakın olan Lan Tao Adası’na; Danimarka ile İsveç arasında 1930 yılında imzalanan andlaşmada ise Ven Adası’na doğru tarafta olmalarına rağmen hiçbir deniz alanı tanınmamıştır. Bahreyn ile Katar arasındaki uyuşmazlığa ilişkin kararda ise Bahreyn’e ait olan Qit’at Jaradah Adası, yüzölçümü bakımından küçük ve insanların yaşamasına elverişsiz bir yapıda olan “önemsiz bir deniz unsuru” olarak tanımlanmış ve ihmal edilmiştir. Bunlara benzer onlarca karar da Hakem Mahkemelerinde ve Uluslararası Adalet Divanı kararlarında mevcuttur.
DOĞU AKDENİZ'DE MEB İLAN EDELİM
Yunanistan, Mısır ile imzaladığı münhasır ekonomik bölge anlaşmasının ardından GKRY ile benzer bir anlaşma hazırlığı yapıyor. Doğu Akdeniz'de herhangi bir kıyısı bulunmayan, esas hatlarını dahi anakarasından çekerek dünyaya ilan etmiş olan Yunanistan'ın bu maksimalist iddialarının önüne geçmek için hızla Türkiye'nin de MEB ilan etmesi gerekiyor. Uluslararası hukuk da tek taraflı olarak MEB ilan edilmesinin önünde herhangi bir engel bulunmuyor. Bunun için de öncelikle esas hatların belirlenmesi, ardından da Lübnan, Mısır ve İsrail ile anlaşma yapılmışçasına deniz sınırlarının ilan edilerek Birleşmiş Milletler'e tevdi edilmesi gerekiyor. Bunun yanında bir devlet uygulaması olarak bu koordinatlarda sismik ve sondaj faaliyetlerinin yürütülmesinin fayda sağlayacağı değerlendiriliyor. Her ne kadar Oruç Reis sismik araştırma gemimiz Navtex'ini uzatarak faaliyetlerine devam etse de, 28 derece boylamının batısına geçmiyor. Halbuki Türkiye'nin yetki alanı içindeki 26 derece boylamına kadar Navtex alanının uzatılması, Yunanistan'ın adalar üzerindeki tezlerinin de reddedildiğini gösterecektir.
Ayrıca Mısır Parlamentosu'nun henüz Yunanistan ile yapılan anlaşmayı onaylamadığı unutulmamalıdır. Tarihte anlaşmaların parlamentolardan döndüğü, hatta onaylandıktan sonra Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edildiği pek çok örnek bulunuyor. GKRY-Lübnan anlaşması da Arnavutluk-İtalya anlaşmasına bu konu da henüz atabileceğimiz adımlar olduğunu gösteriyor. Bu bakımdan Mısır ile diplomatik ilişkileri geliştirerek bu anlaşmanın onaylanmaması konusunda çaba sarf etmemiz gerekiyor.