Mektuplara toplu yanıt
Bİze gelen mektupların çoğu, süreçleri açıklarken ihtiyatlı olmamızı öneriyor. Gazete köşelerindeki ve televizyon ekranlarındaki yorumcuların çoğu gibi,
* Öyle de olabilir böyle de,
* Şöyle olursa böyle olur, öyle olursa şöyle olur,
* Hangi olasılığın ağır basacağını zaman gösterecek,
türünden sade suya tirit değerlendirmeler yapmamız isteniyor. Ve özellikle hiçbir şeye güvenmeyelim, hep soru işaretleri koyalım, salık verilen budur.
İTİBAR KAZANMAK
Kesin, köşeli, kararlı, güvenli açıklamaların tehlikeler barındırdığı uyarısı yapılıyor: Ya öyle olmazsa?
Özeti, kendimizi güvence altına almamız öneriliyor: Ya dedikleriniz doğru çıkmaz ve itibar kaybederseniz!
Söylediklerimiz diyelim yanlış çıktı, bizim itibar kaybetmemizin ne önemi var? Türkiye ve insanlık kaybedince itibar kazanmış mı olacağız?
KENDİMİZİ GÜVENCE ALTINA ALMAK
Bize kendimizi garanti altına alma öğüdü verenlere söyleyeceğimiz şudur: Siz de Aydınlıkçılar gibi olun. Kim kazanır sorusundan önce, gerçek nedir, doğru nedir, haklı olan nedir sorusunu koyun önünüze. Ve bu soruya sağa sola çekilemeyen, açık ve kesin yanıtlar verin. En önemlisi bu yanıtınız lafta kalmamalıdır. Duruşunuz eyleminizden belli olmalıdır. İşte o zaman kendinizi güvence altına almış olursunuz. Çünkü milletle birlikte kazanmaktan başka güvence yoktur.
NİDA VE SUAL İŞARETLERİNDEN KURTULMAK
Aslında önümüzdeki soru, en sonunda gelir, ben mi biz mi seçeneklerine dayanır. Asıl büyük sınav işte oradadır.
Aydınlıkçıların bilinci bu konuda açıktır ve tereddüde ve soru işaretlerine yer vermez. En kıdemli Aydınlıkçılardan Nâzım Hikmet’in dediği gibi, Aydınlıkçı “Kafasını kurtarıp nida ve sual işaretlerinden, bir büyük kavgada açık ve endişesiz girmiştir safına.”
SÜREÇLERE YÖN VERMEK
Biz gözlemci değiliz, süreçleri yorumlamak değildir bizim işimiz, süreçlere yön vermektir, süreçlere müdahale etmektir. Yazılarımız ve açıklamalarımız da nesnel gerçekler zemininde süreçlere müdahale içindir. Yani bizim her yazımız, bir mücadele atağıdır, bir mücadele eylemidir.
Tarafsız olan, yön veremez!
Tereddüdü olan, müdahale edemez, korkak olmak zorundadır.
HEDEFİMİZ SAVAŞI KAZANMAK
Hedefimiz, şunun veya bunun bizi beğenmesi değildir, halkı avlamak değildir. Hedefimiz, sosyal medyada alkış toplamak değildir.
Hedefimiz, Türk milletinin kazanmasıdır, emeğin kazanmasıdır, namusun kazanmasıdır, insanlığın kazanmasıdır.
Kimi zaman kazanmak, savaşçının kendisini fedâ etmesini gerektirir. O anlarda ben ile biz arasındaki seçim çok zorlu bir soru olarak gelir önümüze çıkar.
VARLIĞIMIZI CEPHEYE KOYMAK
Gerçekleri savunmakta cesur olmak, varlığımızı gerçeklerin cephesine koymak anlamına gelir. Söz ve yazı, hele toplumların karar süreçlerinde, cephedeki bir eylemdir. Her sözümüz, en sonunda büyük kararı etkilemek içindir ve büyük kararı etkiler.
Mustafa Kemal Paşa, İstiklâl Savaşı’nın başındaki “Ya İstiklâl Ya Ölüm” sözünü, İstiklâl için söylemişti. İki olasılık bulunmuyordu o saptamada. İstiklâli kazanmak dışındaki her olasılığı kesin bir dille ve canımızı ortaya koyarak reddetmek için söylenmiştir o söz. Kaybetme olasılığı seçenekler arasından kesin bir kararla çıkartılmıştır. Çünkü ölüm olasılığında, zaten biz yokuz!
TEK SEÇENEK
Görüldüğü gibi, kendimizi bütün varlığımızla terazinin bir kefesine koyduğumuz zaman, diğer kefe yoktur ve o andan itibaren sarkaç gibi sallanmaktan ve sözde seçenekler arasında dans etmekten kurtuluyoruz.
Seçenekleri tartışmıyoruz, tek seçenek için savaşıyoruz. O seçenek gerçekleşmezse, sorumlu olan biziz. Bizim “ya öyle ya da böyle” dediğimiz olasılıklardan biri gerçekleşecek olursa, biz esir düşen bir milletin yenilmiş savaşçısı oluruz!
MEHMETÇİĞİN SİPERİNDE OLMAK
Diyoruz ya: İdlib’te savaşan Mehmetçiğin siperinden bakacağız. Tankın nişancısı konumundan izleyeceğiz gelişmeleri. Akdeniz’de devriye gezen denizaltının periskobundan seyredeceğiz dalgaları ve karanlığı. Hedefe kilitlenen pilotumuzun bulunduğu konumdan izleyeceğiz hayatı. İzmir’de canlı bombanın üzerine atlayan polisin bulunduğu konumda ve tetikte olacağız.
Ve hepsinin aslı ve esası olan, ter döken insanların acıları ve sevinçleri bize yol çizecek. Çünkü vatanı da milleti de yaratan emektir en sonunda. Mehmetçiğin siperi, emeğin siperidir.
TEREDDÜT YOK GÖREV VAR
Savaşın sonucunu belirleyen, silahlar değil, insandır. Savaşı kazanan insana bakınız, savaşı kazanmak dışındaki bütün olasılıkları zihninden silmiştir. O nedenle bizim zihnimizde,
* Ya Tayyip Erdoğan ABD tarafına geçerse,
* Ya Rusya ABD ile işbirliğine yönelirse,
* Ya Kılıçdaroğlu HDP’den ve FETÖ’den kolunu kurtaramazsa,
* Ya Türk Ordusunun komutanları Pentagon ile anlaşırsa,
* Ya İran PKK’yı desteklerse gibi sorular yok! Ama görev var, sorumluluk var. Biz bu olasılıkları geçersiz kılmak için mücadele ediyoruz ve kılacağımızı da biliyoruz.
Aydınlık’ın farkı buradadır. Aydınlıkçı, kendini güvence altına almaya değil, süreci etkilemeye odaklanmıştır. Çünkü dava adamıdır.
SAYRI MISIN SAĞLAR MISIN
Yunus Emre sorar ya, “Sayrı mısın sağlar mısın” diye.
“Gözlemci misin, savaşçı mı” sorusuyla aynıdır.
Bizler için, hangi taraf kazanacak diye bir soru yoktur. Kazanması gereken taraf vardır. O da, millettir, emekçi halktır, Mazlumlar Dünyasıdır, insanlıktır. Bu nedenle kazanmak için mücadele görevi ve sorumluluğu vardır. Hele vatan savaşı gibi milletlerin geleceğini belirleyen durumlarda, ya düşman kazanırsa diye bir seçenek yoktur. Eğer düşmanın kazanma olasılığı varsa, bu olasılığı geçersiz kılma görevi vardır. Aydınlıkçı için, Türkiye’nin kazanması için ne yapmalıyım sorusu vardır.