Neye karar verdiler?
İKTİDAR konumundaki adamların kritik dönemlerde kendi aralarında ne konuştuklarını hep merak etmişimdir. Bunların planları, taktikleri, ittifakları gizli olur. Aldıkları kararların etkileri, bunlardan tamamen habersiz olanların kaderini belirler. Bazı kanaatlerin ve varsayımların ne kadar yanlış olduğu yıllar sonra anlaşılır. İnsanlar başlarına gelenlerin gerçek sebeplerini öğrenemeden ölüp giderler, gerçekleri öğrenmek yıllar sonra torunlarına nasip olur.
Mesela Churchill ile Stalin 1945 yılının Şubat ayında Yalta’da toplanan konferans sırasında küçük kâğıtlara yazdıkları notlarla gizli bir pazarlık yaparak güney Avrupa’nın kaderini belirlemişler, fakat o sırada bir Sosyalist Balkan Federasyonu kurmak isteyen güçlerin bundan haberi olmamıştır. Varkiza Antlaşması’yla Yunanistan Devrimi İngilizlere teslim edilmiş, Tito’nun Yugoslavyası son anda paçayı kurtarabilmiş, İtalya’da Salerno hattının kuzeyinde kalan komünist işçi hareketleri CIA operasyonlarıyla ezilmiştir.
Stalin, Roosevelt/Truman, Churchill arasında geçen konuşmalar ve alınan kararlar yıllar sonra yayımlandı (Tahran, Yalta ve Potsdam Konferansları, Gizli Belgeler, Sinan Yayınları, 1972). Devrimci güçlerin niyetlerini ve özlemlerini zerre kadar umursamayan büyük güçlerin bir dizi coğrafi etki/nüfuz alanı üzerinden yaptıkları soğukkanlı bir stratejik paylaşım anlaşmasından ibarettir.
Kıssadan çıkan hisse şudur: Devrimci hareketlerin iktidar konumunda bulunanların muhtemel hareket tarzı hakkında tahminlerde bulunup, kendi çizgilerini bu tahminlerden çıkan varsayımlara bağlamaları çok tehlikelidir.
İran Devrimi için de benzer şeyler söylenebilir. Başta TUDEH olmak üzere bütün İran solu Molla hareketinin Amerikan emperyalizmine karşı verdiği mücadeleyi destekledi. Bu mücadele o dönemde Sovyetler Birliği’yle yakınlaşmak anlamına geliyordu. İran solu bu yakınlaşmanın mekanik olarak solu yükselteceğini tahmin etti. Ayrıca mollaların kendi rejimlerini kurarak ülkeyi yönetemeyeceklerini sandılar. Bedeli ağır oldu.
Aslında tarihten vs dem vurarak bu şekilde ukalalık etmeme Başbakan’ın geçenlerde söylediği şu sözler sebep oldu: “Darbeciler, Balyozcular, Ergenekoncular sırasını savdı, bu sefer FETÖ’cülere görevi devretti.” Bu ifade sıradan bir dil sürçmesi olarak görülemez. Konuşulmuş, kararlaştırılmış bir tutumu yansıtıyor olması gerekir. Acaba ne konuştular?
Buna benzer başka sözlere de bakıldığında, siyasi iktidarın Balyoz, Ergenekon, FETÖ, 1725 Aralık, Haziran Ayaklanması, 15 Temmuz darbe girişimi gibi birbiriyle alakasız olaylardan hayali bir düşman cephe oluşturmaya; CHP’yi, merkez partisi girişimini, ulusalcıları vs aynı torbanın içine sokmaya, yüzde 50+1 mantığına uygun bir taktik izlemeye çalıştığı anlaşılıyor. Devlet’in tutuklama ve dava açma kapasitesini sonuna kadar zorlayarak, OHAL kararnameleri çıkararak, yandaş medyada söylenti, yıpratma ve iftira kampanyaları açarak bu hayali “cephe”yi baskı altında tutacak, böylece kendi cephesini güçlendirerek seçime gidecek.
Siyasi iktidar, AKP’nin Kemalistlerle ittifak kurduğuna, “1930’ların tenkil ve temsil politikası”na döndüğüne dair Atlantik basını ve Türkiye’deki liberal çevrelerin yaydığı izlenimi de bu taktikle silmeye, üzerinde durduğu sert zemini oluşturan tarikat ve cemaatlere güvence vermeye çalışıyor.
Türkiye’de rejimin değiştiğini ve AKP’nin normal seçim prosedürleriyle iktidarı teslim edecek bir parti olmadığını; NATO’nun, güneydoğu kanadını ittifak sistemi içinde tutmak için darbe ve işgal dahil elinden gelen her şeyi yapacağını, siyasi iktidarın da bunu gayet iyi bildiğini unutmamak gerekir. Bu sefer durum ciddi. Kısa ve kestirmeden giden bir yol yok.