O kararın altında imzası olanlar mahkum olacak
21 Mart 2008’de sabah dörde doğru evin kapısı çalındı. Can’la birlikteyiz.
■ Kim o?
■ Polis! Açın kapıyı!
■ Burası siyasi bir ev. Ben her polisim diyene kapıyı açamam. Kapının altından kimliğinizi atın, bakayım!
Ben böyle deyince sinirlendiler biraz. Yok kapıyı kırarız filan. Mahallemizin muhtarı da birlikteymiş. O seslenince "tamam" dedim. Ancak bekleyin üzerimi giyineyim. Gittim, giyinip geldim. Yine de kapıyı araladım. Arama emrini istedim. Bu kez gittim gözlüğümü aldım geldim. Ayrıntılı okudum, sonra içeri buyur ettim.
Tutuklanma sebebi "devlete ait gizli belgeleri temin edip elinde bulundurmak" olduğuna göre belli ki kanıt arıyorlar.
Aslında "kanıt koymaya" gelmişler. Can küçük o zaman. Oyun cd’leri var. Bizim daha önce seçimlerde mal beyanında bulunurken listeye de yazdırdığımız müzik cd’lerimiz var... Yüzlerce... Hepsini bir bez torbaya doldurdular. Bana tutanağı imzalatacaklar.
Dedim ki "olmaz!" O sıralar bir örneği yok ama olsun; ne olur ne olmaz. "Tek tek cd’lerin üzerindeki numaraları kayda geçirin öyle imzalarım!"
Dediler ki:
■ Mühürleyeceğiz ağzını torbanın...
■ İyi de mühürü yapan da sizsiniz, açan da... Siz millici biri olabilirsiniz, ben de milliciyim... ama ya bu torbayı açan değilse... hatta ya başka bir millettense... Ben ne bileyim içine ne konulacağını...
Ortalık karıştı. Sonradan mahkeme sürecinde daha çok anlam verdiğim bir telaş başladı, içeri odaya gidildi, telefonlar edildi, gidildi gelindi... bekledik. Zabıtlar ve bizim cd tepeleme kulesi masanın üzerinde...
"Tamam" dediler. "Yazalım..."
Öfür pöfür, yaz yaz bitecek gibi değil zaten... "Bari seyredelim tek tek" dediler... Aletin başına Can da oturdu. Tak çıkar... Sonunda bir bölümünden vazgeçtiler, bıraktılar. Ama anlaşılıyor ki arama amacına ulaşamadı!
Arama sürecini daha sonra ayrıntılı başka zaman anlatırım.
Bir an önce bugüne gelmek istiyorum.
SUÇUMUZ ATATÜRK VE ATATÜRKÇÜLÜK
Doğu Perinçek Ankara’daydı. İlk önce Vatan’a Emniyet’e getirdiler. Kapıda bekledik. Sonra o zamanın Beşiktaş Terör Örgütü’nün "karar yeri" olan Adliye’ye... Sabaha kadar orada bekledik. 24 Mart sabahı Doğu Perinçek, Ulusal Kanal Genel Yayın Yönetmeni Ferit İlsever, Aydınlık Dergisi Genel Yayın Yönetmeni Serhan Bolluk ve Adnan Akfırat tutuklandılar ve kaçırır gibi otobüse bindirilip alıp götürüldüler.
Arkalarından söylediklerimin bir bölümü gazetelere de yansımış.
"12 Mart’ı, 12 Eylül’ü yaşadığımızı, Diyarbakır’da, Haymana’da cezaevinde kaldığımızı, ama hayatımda böyle bir şey görmediğimi", "Türkiye’nin gurur vesilesi olacak insanların sorgulandıklarını, bu durumdan sıradan bir vatandaş olarak utandığımı" söylemişim.
"Gelip bizim evimizden neler aldılar. Ben anlam veremiyorum o çuvallara girenlere. Suç unsuru diye koydukları şeyleri gördükçe utandım. ‘Atatürk ve Atatürkçülük’ kitabı. Diyorum ki, ‘Bunu neden alıyorsunuz? Ne ilgisi var?’ Arkasına bakıyorum, Harp Akademileri Yayınları. Mesele o!"
KALDIRDIKLARI TAŞ AYAKLARINA DEĞİL BAŞLARINA DÜŞECEK
O günün gazetelerinden aktarmaya devam edeyim:
"Doğu Perinçek’in nerede sorgulandığına ilişkin soru üzerine Perinçek, Terörle Mücadele diye bildiklerini ve sorguya özel bir takım timlerin geldiğinin söylendiğini dile getirirken, ‘Bu işin içinden nasıl çıkacaklarını hesaplıyorlar herhalde. Çok zor durumdalar. Yurt içinden ve dışından, her düzeyde çok sayıda destek telefonu alıyoruz. Çok pişman olacaklar. Türkçemizde çok güzel bir laf vardır. ‘Kaldırdığı taş ayağına düşecek’ diye. Göreceksiniz bunların başlarına düşecek!" diye konuştu.
"Atatürk’ün milli mücadeleye başladığı sırada İngiliz hükümetinin talebiyle İstanbul hükümetinin bir karar verdiğini ifade eden Perinçek, ‘Atatürk hakkında idam fermanı çıkardılar, ama bu kararı hiçbir zaman uygulayamadılar ve milli mücadele dönemi başladı. O kararı verenler, o kararın altında imzası olanlar mahkum oldular. Bugün de böyle bir karar verdiler. Bizim de milli mücadelemiz başlamıştır’ diye konuştu."
ATATÜRK’TEN ÖĞRENDİĞİMİZ BİLGİ
Bazı gazeteler "Şule Perinçek, kocasını Atatürk’e benzetti" diye güya alay etmek için yorumlayarak vermiş.
Doğru mu! Doğru elbette!
Benziyoruz!
Atatürk’ten öğrendiğimiz "bilgi" budur! Bizi hiç yanıltmadı.
Her görüşe gittiğimde, Tekirdağ’daki ilk görüşten başlayarak, "bu gözler" diyordum, "bu kapıda başkalarının beklediğini görecek!"
"Göreceksiniz bu kararları verenler mahkum olacak!"
Bu bir umut, dilek, inanç hele de intikam duygusu hiç değildi. Bilgiydi.
Tekirdağ’da görüşten çıkınca Yeni Şafak’a şöyle demişim:
■ "Kendi kimliğim ile girdiğim her alanda, pazarda, dükkânda da bakıyorum normal sıradan insanlar bile bu iddianameye gülüyor. İddianame bu davada baştan ölü doğmuş bir iddianamedir. Doğu Perinçek de aynı şeyleri söyledi. ‘Boş bir iddianame’ dedi, ben de dedim ki zaten doldurmaları mümkün değildi. Elde malzeme olmayınca boş olması kaçınılmazdı."
KORKMAKTA HAKLILARDI
Ergenekon davasının karar günü; hava soğuk, buz gibiydi. Binlerce vatansever kapıya dayanmıştı. Can Perinçek’i de içeri almadılar. Yasal hakkımızdı. Babası ve abisi yargılanıyor. Kararı dinleyecek. Gittim geldim, belki 10 kez... Tamam diyorlar, olmuyor... Küçücük çocuk. Bu ne korku! En sonunda kalemi bir hızla geçtim, hâkim ve savcıların koridoruna vurdum kapıyı girdim!
Altı yılda ilk kez...
Avaz avaz bağırdığımı hatırlıyorum:
■ Çıkın karşıma! Çıkın karşıma!
Pıt pıt kapılar kapandı... Benim sesim yankılanıyor. Sinek uçsa kanadının sesini duyacağım.
İşaret parmağım havada kaldı.
Kare dondu.
Durdum.
Geri döndüm.
Korkuyorlardı.
Haklıydılar.
Verecekleri karardan korkuyorlardı.
Şuramızda atan vatan aşkının sesinden, dışarıda demir kapıları, beton duvarları zorlayan o binlerin, milyonların sesinden korkuyorlardı...
ADİL YARGILANMA OLACAKTIR
Bu kesin kanıtlarla ve gerçek tanıklarla Ergenekon davası hâkim ve savcıları yargılanmaya başladı!
Adil bir yargılama olacaktır. Bu gözler bunu görecek!
Biliyoruz!