Öfkeyi örgütlemek
İktisadi krizler öğreticidir. İnsanın daha önce aklına bile gelmeyen sorularla uğraşmasını, düzeni sorgulamasını sağlar. Size "şahane hayat yanılsaması" yaşatan görkemli AVM’nin yürüyen merdiveni haciz nedeniyle söküldüğünde, vitrinindeki yabancı markalara hayranlıkla baktığınız mağaza kapısına kilit vurduğunda bir tuhaf olursunuz. Dolar yükseldi diye her mal kalemine kafasına göre zam yapan esnaf gözünüze şeytan gibi görünür. Geçmişte pek önemsemediğiniz "şarbon paniği" ülkemizdeki hayvancılığın akıbetini sorgulamanıza yol açar. Fiyatı dolarla birlikte zıplayan Dakota ayçekirdeğini çitlerken ülke tarımının iflası kafanıza dank eder. Cebinizdeki para hızla buharlaşırken, "Telekom’u hortumladılar" diye öfkelenirsiniz. Cebiniz dolu olsa yine öfkelenirsiniz ama fazla da umursamazsınız. Kriz zamanları, sıradan insan aklının ansızın aydınlanarak farklı biçimde çalışmaya başladığı zamanlardır.
"Halk Bankası’ndan dolar çalmışlar," "Maaşları ödemeyeceklermiş" gibi asıllı asılsız söylentilerle yükselen kaygılar derinlere işleyerek hızla yayılan kitlesel bir öfkeyi kışkırtır. Stagnasyon, stagflasyon, depresyon, swap, şıvap, switch gibi alengirli kavramları anlamaya çalışırsınız.
Hınzır sosyalistler kriz ortamlarında -üzerinize afiyet- fazla belli etmeseler de sevinirler. Zira her iktisadi bunalım marksizmin temel hipotezini doğrular. Hemen geçmiş dönemlerin çevrimsel krizlerini toplumsal sonuçlarıyla birlikte yeniden incelemeye başlar, yakın geleceği kestirmeye çalışıp sınıfsal analizler, devrimci yazılar döktürürler. Sendikalar, işverenleri ve hükümeti tehdit etmeye, pankart açıp sokakları doldurmaya, greve çıkmaya hazırlanırlar. Daha doğrusu, eskiden öyleydi. İnsan o dönemleri, dünyanın 60’lı 70’li yıllarını özlüyor ister istemez.
Şimdi durum farklı. Krizin vurduğu kitleler örgütlü değil. Gerçekleri anlatan bağımsız medya kuruluşlarının etki alanı kendi çevreleriyle sınırlı. Dolayısıyla siyasî iktidarın farklı hedeflere, dış güçlere yönlendirdiği öfkeyi kendi gücünün bir parçası hâline getirmesi çok zor değil. Fakat kolay da değil. Bir kere öfkenin derinliğini ve patlama potansiyelini ölçebilecek araçlar yok. Mesela "Sendikalar ne der?" gibi bir kaygı yok.
Okullar açılırken, doğal gazın elektriğin suyun her şeyin fiyatı artarken, bankalar evlere arabalara el koyarken, Reis’in "Çok büyük badire atlattık, iki ayda toparlarız" iyimserliğinin ya da Jöleli’nin "15 Temmuz’da yaptıklarını bugün bilgisayar başında yapıyorlar" gibi sözlerinin halk kitleleri nezdinde ne kadar inandırıcı olduğunu bilemezler. Pek meraklı oldukları anketler halkın öfkesini ölçmez. İktidarların en büyük kâbusu ne düşündüğünü ifade edecek araçlardan yoksun kitlelerin sessiz ve içten içe kaynayan öfkesidir.
Tek parti rejimi için kriz tam bir körleşme hâlidir. Körleştiği için öncelikle yakın çevresinin, yarattığı zenginler sınıfının servetini kurtarmaya, siyasî toplumun bütün grup ve partilerini kendisine yakın tutmaya çalışır. Böylece hep birlikte öfkeli kalabalıktan uzaklaşarak sistemi tahkim etmeye koyulurlar.
Mevcut siyasî iktidar kendi taraftar kitlesinin "biat kültürü"nü bütün topluma yaymaya, böylece toplumsal tesanüdü (kaderi ortak olanların dayanışma duygusu) güçlendirmeye, kitlelerde bir tür birlik beraberlik duygusu yaratmaya çalışacaktır (beraber yürüdük biz bu yollarda!). Elbette bunun sınırını belirleyecek olan krizin süresi ve şiddetidir. İnsanların mülksüzleşmesine, servetin el değiştirmesine, mutlak yoksullaşmaya, sömürgeleşmeye yol açacak kadar uzun süren bir iktisadi krizin yaratacağı öfkeyi yatıştıracak bir önlem henüz icat edilmemiştir.
Bireysel ve kurumsal olarak yıllardır aynı iktisadi ortamdan beslenen sistem partilerinin kriz koşullarında siyasî iktidara sokulmaları, birlikte sırıtarak el pençe divan durup fotoğraf çektirmeleri, öfkeyi denetleme imkânlarını tamamen ortadan kaldırabilir. Halkın önemli bir kesimi seçim sandığında çözüm aramaktan vazgeçebilir. Küskünlük, sandıktan her daim muzaffer çıkan siyasî iktidarı güçlendirebilir; onun ihtişamını ve özgüvenini, dolayısıyla sessizce mayalanan öfkenin patlama şiddetini artırabilir. Öfkenin örgütlenebilmesi için mutlaka patlaması gerekir. Patlamayan öfke örgütlenemez. Öfke patlar, siyasî toplumu dağıtır; isyan eden kitlelerin, siyasi toplumun ve Devlet’in içinden yeni bir önderlik çıkar ve öfkeyi örgütleyerek yeni bir Kurucu İrade oluşturur. Bu romantik duruma -Allah göstermesin!- "Devrim" diyoruz ki şimdilik bizden uzak, şeytan kulağına kurşun!