Osmanlı mirası
Bugün emperyalizme karşı mücadelenin esas gücü, millî devletlerdir.
ABD emperyalizmine karşı mücadele cephesine baktığımız zaman, ön cephede Çin, Rusya, Türkiye, İran, Suriye, Irak, Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti, Venezuela ve bazı Latin Amerika devletlerini görüyoruz.
ASYA ÇAĞINDA TÜRKİYE FARKI
Bu ön cephede Türkiye, Rusya, Çin ve İran’ın farklı bir yeri var. Yalnız bugün için konuşmuyoruz, yüz yıldır böyle.
Dünyamız, Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun da geçende değindiği gibi, Asya Yüzyılı’na girdi. Bu Asya Yüzyılı’nın kapısını devrimlerle açan ülkeleri hatırlayalım: 1905 Rus Devrimi, 1906-1909 İran Devrimi, 1908 Türkiye’de Hürriyet Devrimi, 1911 Çin’de Sun Yatsen Devrimi. Arada 1910 Meksika Devrimi de var kuşkusuz. O da Mazlumlar Dünyası Devrimi’dir, o açıdan Asya Devrimi’dir.
Arkasından ikinci kuşak Asya Devrimleri geliyor: 1917 Rusya, 1920 Türkiye, İran’ın İngiliz emperyalizmine karşı savaşı, 1927-1949 Çin Devrimi.
21. yüzyıla bakıyoruz: Yine Çin, Rusya, İran ve Türkiye.
İMPARATORLUKLAR MİRASI
Asya Çağı’nı devrimlerle açan dört ülkenin ortak özelliği nedir? Mazlumlar Dünyası’nın emperyalizme karşı savaşında bu dört ülkeyi, niçin yüzyılı aşan bir süredir en önde görüyoruz? Avrupa’nın devrimcileri, örneğin Marx ve Engels, daha 19. yüzyılın ikinci yarısında gözlerini niçin Rusya, Çin ve Türkiye’ye çevirmişlerdi?
Bu dört ülkenin imparatorluklar mirası vardı. O miras, emperyalizm döneminde başı dik yaşama, örgütlenme, devlet bürokrasisi, aydın ve kültür mirası oldu. Bu ülkeler, sömürge olmamışlardı. Bu açıdan diğer Mazlum Ülkelere göre, emperyalizme direnecek ekonomik dayanakları da vardı.
Türkiye’de devrimci geçinen kimilerinin Osmanlı mirasını reddeden, küçümseyen, hattâ aşağılayan tavırları gerçekten hayret vericidir. Dünya devrimcileri kendi millî tarihinde devlet mirası ararken, dünya devlet ve ordu geleneğinde eşsiz bir yeri olan Türkiye Devrimcileri arasında böyle bilinçsiz davrananlar bulunmasına şaşırmayıp da ne yapabiliriz?
DÜNYA TARİHİNDEKİ OSMANLI
Bundan 19 yıl önce, 2000 yılında Yan Xue Tong adındaki bir Çin tarihçisinin yazısından şu fişi çıkarmışız:
“Dünya tarihinde merkezî rol oynayan devletler: Çin, Roma, Osmanlı, Portekiz, İspanya, Hollanda, Fransa, Büyük Britanya, ABD ve Sovyetler Birliği.” (Beijing Rundschau, 28 Maerz 2000, s.9).
Dünyalılara göre, Türkler, merkezî düzlemde etkin tarih yapıcılığına imparatorluklarıyla giriyor. Dünyanın feodal imparatorluklar döneminde Bizans var, Abbasî ve Emevî imparatorlukları var, Cengiz Han ve Timur imparatorlukları var, Altınordu var. Ancak yapılan değerlendirmeye göre Osmanlı, Çin ile birlikte o dönemin merkezî etkenidir.
Yanlış değil, çünkü Selçuklu, Gazneli, Karahanlı, Uygur, Göktürk, dahası Hun ve Saka mirasını da kattığınız zaman, binlerce yıllık sürekli bir tarih yapıcılığı görüyoruz. Ve bu tarih yapıcılığı gerici değil, ilericidir: Asya toplumlarının dalga dalga kabile toplumundan medeniyete sıçrama sürecine önderlik eden köklü ve esaslı bir devlet birikiminden söz ediyoruz. Bu imparatorluk geleneği, aynı zamanda halkları barış içinde birarada yaşatma ve kaynaştırma geleneğidir. Ticaret yollarının ve pazarların güvenliğini sağlamak, ekonomik gelişmelerin ortamını yaratmıştır. Toplam olarak bakarsak, Millî Demokratik Devrimler çağı için olağanüstü bir mirastır!
Yıldırım Beyazıt ve Fatih Sultan Mehmet, o ilerici atılımın en dikkate değer önderleri olarak gözüküyor. Osmanlı, Akdeniz ticaretinin çökmesiyle ve kırsal üretim örgütlenmesinin çözülmeye başlamasıyla birlikte daha Kanunî Sultan Süleyman devrinde bu ilerici rolünü yitirmeye başladı. Ancak emperyalizm döneminde Mazlumların direniş mücadelesinde insanlığın önemli kalelerinden biriydi.
KEMALİST DEVRİMİN ARKASINDAKİ BİRİKİM
Marx gibi Avrupa devrimcileri, 19. yüzyılda hep Osmanlı’nın direnişini desteklediler. Nitekim o direnişten Kemalist Devrim çıktı. Atatürk Devrimi’nin arkasındaki birikim, yalnız Namık Kemallerden, Mithat Paşalardan ve İttihat Terakki’den gelen Hürriyet ve İstiklâl Devrimciliği değildi. Onların da beslenme kaynağı ve dayanağı olan, başı dik imparatorluk birikimiydi, örgütlenme birikimiydi, ekonomik direnç kaynaklarıydı.
Kemalist Devrim, evet köhne Osmanlı Devleti’ni yıktı ama o tarihî işi Osmanlı’nın ilerici birikiminden kuvvet alarak yıktı.
Yüzeysel ve köksüz “sosyalistler” ya da sözde “devrimciler”, ne kadar inkâr etseler de, insanlık tarihindeki her ileri atılım, binlerce yıllık örgütlenme ve kültür mirasından beslenir. Bugün Türk kimliğinin içini dolduran, işte o mirastır.
GELECEĞİ KURAN EYLEMİN İÇİNDE OLMAK
Bu tarih hovardalığının, bu kendini bilmezliğin en önemli nedeni, tarihsel bilgisizlik değildir. Asıl neden, geleceği kurmaya yönelik bir örgütlü mücadelenin, bir eylemin içinde bulunmamaktır.
Eğer savaşmıyorsanız, eğer ABD emperyalizmine ve işbirlikçilerine karşı güç toplamak diye bir meseniz yoksa, miras yiyici eylemin içinde olmanız kaçınılmazdır. Burada Prof. Dr. Hikmet Gökalp ağabeyimi saygıyla anıyorum. Bilim ve Ütopya dergisinin Şubat 1996 tarihinde çıkan sayısında bunları anlatmaya çalışmış ve Chesterton’dan şu alıntıyı aktarmış:
“Gelecek üzerinde gerçek bir aksiyoma [önermeye] sahip olmuş kişilerin gözleri hep geçmişe çevrilidir.”
Geçmişe bakışlarımız arasındaki fark, aslında geleceği kurma konusunda örgütlü bir mücadele içinde olmakla ilgilidir.
Bu inkarcılar, düne kadar Kemalist Devrim mirasını hiçe sayıyorlardı. Onların çoğuna Atatürk Devrimi’nin nasıl büyük bir devrim mirası olduğunu öğrettik. Türklerin imparatorluk mirasının değerini de öğreteceğiz. Biz öğretemezsek, hayat öğretecek!
KİTAP