27 Aralık 2024 Cuma
İstanbul
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Mersin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Johnson Mektubu’nun öğrettikleri

Johnson Mektubu, Türkiye’nin o tarihe değin izlemiş olduğu ABD’ye bağımlı tek-yanlı dış politikasında bir dönüm noktası oluşturdu

Johnson Mektubu’nun öğrettikleri
A+ A-
Doç. Dr. HÜNER TUNCER

Atatürk’e göre “tam bağımsızlık”; siyasal, ekonomik, mali, askeri ve kültürel alanlarda mutlak bağımsızlık demekti; bu alanlardan herhangi birinde bağımsız değilseniz, o zaman tam bağımsızlıktan söz edilemezdi. 1950’li yıllardan bu yana, ne yazık ki, Türkiye büyük ölçüde ABD’ye bağımlı bir dış politika izledi! AKP iktidarı döneminde de ABD’ye bağımlı dış politika sürdürülmektedir.
BAĞIMSIZLIK DERSİ
ABD’ye bağımlı dış politikamıza ilişkin en somut örneklerden biri, hiç kuşkusuz, 5 Haziran 1964 tarihli Johnson Mektubu’dur. Bugün bu tarihin yıldönümü olması nedeniyle, bu mektubun içeriğini bir kez daha anımsamamızda yarar görmekteyim.
1950-1960 yıllarında uygulanan ABD’ye bağımlı dış politikamız, büyük ölçüde 1960’lı yıllarda da sürdürülmüştü. ABD’ye bağımlı Türk dış politikasının en somut örneği, ABD Başkanı Lyndon B. Johnson’un, Başbakan İsmet İnönü’ye gönderdiği 5 Haziran 1964 tarihli mektuptur. 1963 yılı Aralık ayında Kıbrıs Cumhuriyeti’nde Türk nüfusa karşı, Rumlarca gerçekleştirilen katliam ertesinde Türkiye’nin Ada’ya müdahale kararı üzerine, ABD Başkanı tarafından bu mektup kaleme alınmıştı.
13 Mart 1964’te Türk Hükümeti, Kıbrıs Cumhurbaşkanı Makarios’u, Kıbrıslı Türklere karşı saldırı hareketlerinin sürdürülmesi durumunda, Ada’daki Türklerin haklarını ve güvenliğini sağlamak amacıyla müdahale edeceği hususunda uyarmıştı. 2 Haziran 1964’te Milli Güvenlik Kurulu, Kıbrıs’a askeri müdahale kararı aldı. 4 Haziran 1964’te Başbakan İnönü, ABD Büyükelçisi Raymond Hare’e, Türk Hükümeti’nin Ada’nın bir kısmını işgal etmeyi ve orada durmayı düşündüğünü, Yunanlıların da Ada’nın diğer kısmını işgal edebileceklerini ve BM Barış Gücü’nün iki taraf arasında konuşlandırılabileceğini bildirdi.
TÜRKİYE’Yİ SARSAN MEKTUP
Bunun üzerine ABD Başkanı Johnson, Başbakan İsmet İnönü’ye 5 Haziran 1964’te bir mektup göndererek, Türkiye’nin Kıbrıs’a yapacağı olası bir harekâtta, ABD tarafından sağlanmış olan hiçbir askerî silahı kullanmasını onaylamayacağını belirtmekteydi. (Türkiye, İkinci Dünya Savaşı ertesinde ABD’den askeri ve ekonomik yardım almaya başlamıştı.) ABD, Türkiye’nin, kendisine danışmadan Kıbrıs’a müdahale kararı almamasından yana tavrını açıkça ortaya koymuştu.
Johnson’un mektubu Türkiye’de büyük bir öfke uyandırmış; mektubu Türk yetkililer, ABD’nin, Türkiye’yi belli bir davranışta bulunmaya zorlayan ve böylelikle, Türkiye’nin egemenliğine açık müdahalesini oluşturan bir ültimatom olarak değerlendirmişti.
Peki, Türk Hükümeti niçin Johnson Mektubu’na uyma yolunu seçmişti? Hükümet, Johnson’un önerilerine uymadığı takdirde, ABD askeri yardımının askıya alınabileceğinden kuşkulanmaktaydı. Başbakan İsmet İnönü, 13 Haziran 1964’te Başkan Johnson’a gönderdiği cevabî mektubunda; Türk Hükümeti’nin, ABD’nin isteği üzerine, Kıbrıs’a tek yanlı müdahale etme hakkını kullanmayı ertelediğini belirtmişti.
ÇOK YÖNLÜ DIŞ POLİTİKA
Johnson Mektubu, Türkiye’nin o tarihe değin izlemiş olduğu ABD’ye bağımlı tek-yanlı dış politikasında bir dönüm noktası oluşturmuş ve 1960’ların ortalarından itibaren Türkiye, çok-yanlı bir dış politika izlemeye başlamıştı. Bu mektup, Türkiye’nin, gerek Sovyet Bloku, gerek komşuları ve gerekse Üçüncü Dünya devletleriyle yakınlaşma politikasına olanak sağlamıştı.
Türkiye, 1965 yılından itibaren, ABD ile ilişkilerinde öncelikle ulusal çıkarlarını gözetmeye ağırlık verecek; ABD ve NATO ile ilişkilerini ulusal çıkarları doğrultusunda biçimlendirmeye çalışacak; Sovyetler Birliği ve diğer sosyalist devletlerle daha dostça ilişkiler geliştirecek; o zamana değin uzak durduğu Arap devletleriyle ilişkilerini daha sıcak bir zemine oturtacak ve Bağlantısız devletlerle ilişkilerini geliştirecekti. Böylece Türkiye, artık “Batı’nın uydusu” olma konumundan kendini kurtarmaya çalışacaktı. Ülkemiz eğer uluslararası toplumda tam bağımsız bir devlet olarak itibar görmek istiyorsa, öncelikle dış politikasında ABD’ye bağımlılıktan kendisini kurtarmalı ve Atatürk döneminde olduğu gibi, ulusal çıkarlarına öncelik vererek, bir dış politika çizgisi belirlemeli ve uygulamalıdır.

Son Dakika Haberleri