Paul Gauguin (1848 - 1903)
Avrupa’dan Tahitilere savrularak; macera, heyecan ve aşkla geçen 55 yıl ve geride bıraktığın yüzlerce muhteşem resim... Senin de dediğin gibi “Sanatçı, kendi kendine yeni bir dünya yaratabilen insandır.” Sen kendi dünyanı yaratmışsın be yüce Gauguin!
Bir gazetecinin oğlu olarak Paris’te dünyaya gelmişsin. Baban, gazetesinde Napoleon’u eleştirdiğinden tepki çekmiş, sonunda ailecek Peru’ya kaçmak zorunda kalmışsınız. Ama baban yolda ölüvermiş! Altı yaşına kadar Peru’da yaşamış, sonra Paris’te yatılı bir okula gönderilmişsin. 16 yaşında, zabit olarak gemilerde çalışmaya başlamışsın. Ama sen bir yolculuktayken, annen, seni dostu G. Arosa’ya emanet ederek göçüvermiş bu dünyadan. Arosa sana bir borsa şirketinde iş bulmuş. Borsada çok başarılı ve zengin olmuşsun. Bir kolleksiyoner olan Arosa’dan etkilenerek, resim yapmağa başlamışsın. Ancak resimlerin alay konusu olmuş o yıllarda.
Bir gün Pissarro’yla tanışmış ve onun etkisi altında “izlenimci” resimler yapmaya başlamışsın. Bu resim tutkun nedeniyle, eşin Danimarkalı Mette-Sophie Gad’ın çok karşı çıkmasına rağmen, 35 yaşındayken işini tamamıyla bırakıp, kendini resme adamışsın. Ama karın da seni terk etmiş, beş çocuğunu alarak Danimarka’ya ailesinin yanına gitmiş. Sen de ver elini Britanya ve altı ay sonrasında da, önce Panama, ardından da Martinik Adaları. Ancak maddi sorunlar ve hastalıklar peşini bırakmamış, kısa sürede Paris’e geri dönmek zorunda kalmışsın.
1888’de Hollanda’ya giderek Van Gogh’la birlikte çalışmış, ancak uyuşamayıp iki ay sonra ayrılmışsın. Bu aylarda her gün, saldırganlığa yol açan “absent” cinsi içkiler içiyormuşsun Van Gogh’la ve resim yaparken bile ayık değilmişsiniz.
TAHİTİYE GÖÇ
Nihayet 1891 yılında, büyük rüyanı gerçekleştirmek üzere Tahiti’ye gitmişsin. Burada kaldığın sürede çok sevgilin olmuş, ama “Teha” adlı kızın senin hayatında yeri bambaşkaymış... Sen 43 yaşındayken, o daha 13 yaşındaymış. Teha’nın ve kabiledeki diğer kadınların; pembe, mor, mavi karışımı, sıcak ve pırıltılı renk tonları içinde yüzen onlarca resmini yapmışsın.
İki yıl sonra resimlerini tanıtmak için Tahiti’den ayrılıp, Paris’e dönmüşsün. Maalesef resimlerin kaba ve ilkel bulunmuş. Ne tesadüf ki, ailenden miras kalmış da atölyeni açıp Annah adında genç bir kızla yaşamaya başlamışsın Paris’te. Ancak davranışların çevrenin tepkisini almış ve 1895’te tekrar Tahiti’ye kaçmışsın. Ama alkol bağımlılığın ve yakalandığın frengi sana dayanılmaz acılar yaşatıyor ve yerli halk da sana eskisi gibi ilgi göstermiyormuş artık. Bir de kızının ölümü seni perişan etmiş. Sonunda arsenik içerek intihara kalkışmış, ama başarılı olamamışsın.
Tam da bu yıllarda birden resimlerin kolleksiyonerlerin ilgisini çekmeye başlamış ve böylece maddi sorunlarını aşıvermişsin. Ve yeni heyecanlar peşinde Tahiti’den ayrılıp, Markiz Adaları’na göçmüşsün. Burada idarenin baskısına ve hastalanmana rağmen, resim ve heykel yapmayı sürdürmüşsün. 1903 yılında da, geçirdiğin bir kalp krizi sonucu ışıklara yürümüşsün.
Haydi, rastgele sana be büyük usta!