Şehir isimleri ne zaman değişir?
Şehir isimleri simgesel ve tarihseldir; savaşlarla, devrimler ve karşıdevrimlerle değişir. En çok isim değiştiren şehirlerin Rusya’da olması rastlantı değildir.
Mesela Petersburg... 1703’te Büyük Petro’nun kurduğu kent I. Dünya Savaşı’nda Ruslar Almalarla kapışınca, ismindeki Germanik tını nedeniyle aslına dönerek Petrograd adını aldı, Ekim Devrimi’nden sonra Leningrad oldu ve 1991’de Gorbaçev-Yeltsin karşıdevriminin ardından Sankt-Petersburg adını aldı (Buradaki Sankt, Ortodoks Hıristiyan literatüründe “Aziz/Kutsal” anlamına gelmektedir).
İç Savaş’ta Stalin ve ekibinin Kızıl Ordu karargâhı olan Çaritsin, devrimden sonra Stalingrad, karşıdevrimden sonra Volgagrad oldu.
1221 yılında Volga nehrinin kıyısında kurulan Nijniy Novgorod, Maksim Gorki’nin doğup büyüdüğü şehirdir. Devrimden sonra adı Gorki oldu; karşı devrimciler Gorki’yi silip şehre eski ismini verdiler.
Yekaterinburg Oblastı 1723’te kuruldu ve Urallar’da devrimci hareketin merkezi oldu. Ekim Devrimi’nden sonra, karşıdevrime kadar şehir Bolşevik Partisi’nin Merkez Komite üyesi Yakov Sverdlov’un adıyla anıldı: Sverdlovsk.
Saymakla bitmez. Fakat Rusya’da bile Lenin ve Stalin heykellerinin hepsini kaldıramadılar. Putin ve Rus oligarkları, dağılmış birliği Ortodoks Hıristiyan İmparatorluk hayalleriyle yeniden toplayamadıklarını gördükçe Stalin’in gölgesine sığınmaya başladılar. Tıpkı bizdeki siyasî İslamcıların sıkıştıkça utana sıkıla Mustafa Kemal’in gölgesine sığınmaları gibi...
AKP karşıdevrimi sırasında Türkiye’deki şehir isimleri ilk kez tartışma konusu oldu. Cumhurbaşkanının bile yüzünde güller açarak, “Orası Güroymak değil, Norşin” dediğine tanık olduk. Bir ara Ankara’nın adını bile “Anadolu” olarak değiştirmeye kalktılar; bereket sadece Tandoğan Meydanı’nın adını Anadolu yapabildiler.
Gariban Maçoğlu’na niye kızıyorlar, ben anlamıyorum. Recep Tayyip Erdoğan, başbakan sıfatıyla TBMM kürsüne çıkıp, “Dersim olaylarıyla ilgili Devlet adına özür dilemek gerekiyorsa ben dilerim; Dersim, aydınlatılmayı, cesaretle sorgulanmayı bekleyen bir faciadır,” demedi mi? (Milliyet, 23.11.2011)
Patates soğan komünisti Maçoğlu, “Seçimlere kadar seslerini çıkarmazlar” diye düşünerek bir tabelacıya başvurup şehrin adını Dersim yapıverdi. Fakat her suçun bir azmettireni vardır; kapıdan girene değil kapıyı açana bakacaksınız. Bu arada TKP’nin konuya ilişkin kıvranan açıklamasına da değinmek gerekir. “İnsanların tamamının kendisini Dersimli olarak adlandırdığı bir kentte” dedikten sonra, “Türkiye Komünist Partisi açısından tabelanın değiştirilmesinin gündeme gelmesi yersiz olmuştur” demek, ne demek oluyor?
Emperyalizmin yeni insan hakları kavramına uygun biçimde etnik kimlikçi olup solcu gibi duran arkadaşlar elbette bir gün Türkiye’deki şehir isimlerinin değiştirildiğini, Mustafa Kemal heykellerinin yıkılarak yerine Seyyit Rıza, İskilipli Atıf, Şeyh Sait ve Apo heykellerinin dikildiğini, Anıtkabir’in AVM yapıldığını görebilirler; Amed, İyonya, Pontus, Konstantinopol bölgelerine insanların ancak pasaportla girip çıkabildikleri, özlenen “demokratik” Türkiye’ye kavuşabilirler; Negri ve Hardt’ın “İmparatorluk” kitabında yazdığı gibi küçük ceplerde, sınırlı dar bölgelerde (enclaves) hobi bahçeleri kurup hayatı iyileştirip güzelleştirerek küçük komünleri içinde mutlu mesut yaşayabilirler. Yugoslavya’da oldu. Burada niye olmasın?
Fakat bunun şartları var. Mesela siyasî İslamcılar, ABD’yi razı edip emperyalizmin taşeronluğunu yaparak, Davutoğlu’nun alengirli “Stratejik Derinlik” kitabında uzun uzun anlattığı gibi, Akdeniz’den Pasifik’e kadar uzanan Rimland (nüfus, doğal servet ve endüstri kuşağı) içinde Balkanlar, Ortadoğu ve Akdeniz’in “epicenter”i (dışmerkez) olan Türkiye’yi bütün Müslümanları birleştiren bir ılımlı İslam Halifeliği’ne dönüştürürler. Ya da mesela ABD Akdeniz’den, Rusya Karadeniz’den ülkeyi işgal ederek yeni bir Sevr Antlaşması dayatır ya da ulus-devlet’i savunanlar İstiklal Harbi’nin ilk dönemlerini andıran bir dizi iç savaşı kaybederler. İşte o zaman, gönül rahatlığıyla Tunceli’ye Dersim, Kalkan’a Kalamaki, Bingöl’e Çabakçur, Ceylanpınar’a Serakaniye diyerek mutlu olursunuz.
Böylece şehir-devletleri’nden ve eyaletlerden oluşan, tarikatların, mezheplerin, etnik grupların kendi parlamentolarıyla egemen olduğu; bu arada sizin de küçük bir yerde proletaryanın devrimci demokratik diktatörlüğünü kurmanıza izin verilen; başında da halife ile sultan karışımı birinin oturduğu, bilerek ya da bilmeyerek özlediğiniz “gerçekten demokratik” Türkiye’ye kavuşursunuz. Fakat çok zahmetli olur.