Şehrimizden bir koleksiyoncu gitti
Mithat Esmer, 1927 Antakya doğumlu bir elektronik mühendisiydi. Üç gün önce, 88 yaşındayken, sessiz sedasız biçimde aramızdan ayrıldı. Lise öğreniminin ardından tıp fakültesine girmiş, ancak bir yıl sonra bırakmış, devlet bursuyla ABD’ye giderek Stanford Üniversitesi’nde elektronik ve matematik eğitimi almış ve okuldan ikincilikle mezun olmuştu. “İyi bir işim vardı, iyi para kazanıyordum” dediği bir sürecin ardından babasının ölümü nedeniyle annesini ve kardeşlerini yalnız bırakmamak için Türkiye’ye dönmüş, çeşitli işlerde çalışmıştı. Polis Radyosu’nun kurucularından biriydi. İki kez evlendi. İlk eşini erken yaşta kaybetti, ikinci eşiyle ayrıldılar. Yaşam öyküsüne dair daha pek çok ayrıntıdan söz edilebilir; ama kendisini tanıyan herkesin kabul edeceği gibi olan Mithat Bey’in en büyük özelliği, Türkiye’nin, hatta dünyanın gördüğü en sıra dışı koleksiyoncu olmasıydı. Başta kitap ve gazeteler olmak üzere akla gelebilecek her şeyin, biletlerin, şişelerin, saatlerin, pulların, rozetlerin, kasetlerin ve hatta anısı olan bir yemekteki balık kılçıklarının bile koleksiyonunu yapmıştı. 40 bin kadar kitabı, binlerce gazete nüshası vardı evinde. Üstelik birer değil, her şeyi ikişer adet olarak biriktirir, “ya bir tanesinin başına bir şey gelirse” kaygısıyla çifter çifter katardı koleksiyonuna. Bildiğim kadarıyla bir tek para biriktirmedi! Bütün varını yoğunu harcayarak oluşturduğu koleksiyonun parçalarının bir düzen ve kategori disiplini içinde değil, genellikle alt alta, üst üste, iç içe durduğunu da söylemeliyim. Mithat Esmer’le ilk karşılaşmam 2002 yılında Antalya’da ve beyazperde aracılığıyla oldu. Ağustosun başlarında, Doç. Dr. Feridun Akyürek, sinema yazarı İbrahim Türk’le birlikte, ekim ayında düzenlenecek 39. Altın Portakal Film Festivali’nin “Kısa, Belgesel ve Deneysel Filmler Yarışması” için ön jüri olarak Antalya’daydık. Dört gün boyunca, 130 kadar film izlemek ve her üç kategoride festivalde yarışacak onar filmi belirlemekle görevliydik. Zaman az, filmler çoktu, o nedenle öncelikle süresi nedeniyle şartnameye uymayan filmleri seyretmeden eleyerek başladık işe. Örneğin şartnameye göre belgesellerin 30 dakikayı aşmaması gerekiyordu ama bazı filmlerin 40’ı da 60’ı da geçtiğini gördük. Festival görevlisi olarak ön jüriye asistanlık yapan ve bizden önce filmleri kontrol eden sinema öğrencisi Ece, 46 dakika olduğu için baştan elediğimiz filmlerden biri için “O çok güzel bir filmdi, yazık oldu” dedi ama yapacak bir şey yoktu. Küçük bir salonda neredeyse günde 11-12 saat film seyrederek ve son gece saat 24’e yaklaşırken işimizi bitirdik. Tam toparlanmak üzereydik ki Ece, o filme tekrar dikkat çekti ve ısrarla “Seyretseniz çok beğenirsiniz” gibi şeyler söyledi. Açıkçası epeyce yorgun olmamıza rağmen genç bir sinemaseveri kırmamak için “Koleksiyoncu” adlı o filmi de seyrettik. Gerçekten de çok haklıydı genç yardımcımız, “Koleksiyoncu” çok başarılı, çok etkileyici bir belgeseldi. Pelin Esmer, amcası Mithat Esmer’in “aşırı tutkusunu”, büyük bir sadelikle, büyük bir sevgiyle anlatmıştı “Koleksiyon-cu”da. 2004’te Roma’daki Bağımsız Film Festivali’nden en iyi belgesel ödülünü alan bu film, sinemamıza yeni bir yönetmen kazandırırken, kendi evinde benzersiz koleksiyonunun misafiri gibi yaşayan Mithat Bey’i unutulmaz kıldı.
YA APARTMAN BOŞALTILIRSAMithat Esmer’in serüveni 2009’da bu kez “11’e 10 Kala” adıyla öykülü bir film olarak yansıdı beyazperdeye. Nejat İşler, Tayanç Ayaydın, Laçin Ceylan gibi profesyonel oyuncuların yanında başrol Mithat Esmer’indi. Mithat Bey’in apartmanın kapıcısıyla ilişkisi üzerinden, “tıka basa koleksiyon dolu” evinin deprem korkusuyla boşaltılmak istenmesiyle yaşananlar anlatılıyordu “11’e 10 Kala”da. Kapıcı Ali’nin tedirginliği işsiz kalma korkusundan kaynaklanıyordu, Mithat Bey’inki ise dairesi boşaltılırsa o koleksiyonu ne yapacağı, nereye ve nasıl taşıyacağından... Yurtiçi ve yurtdışı festivallerde çok sayıda ödüle değer görüldü bu film de.Kendisiyle de tanışma fırsatı bulduğum, gerçek bir İstanbul beyefendisiydi Mithat Bey. Onu hep sevgiyle anacağım. Huzur içinde yatsın. “Şehrimize bir arşivci geldi”, Michel Foucault için edilmiş bir sözdür. Mithat Esmer için de “Şehrimizden bir koleksiyoncu gitti” diyebiliriz.