Siyasette masumiyet ölçütü
Bu seçim kampanyası, öncekiler gibi, rejimin yapısını ve bütün partileriyle birlikte siyasî toplumun niteliğini gözler önüne seriyor. Bunca tantana ve gürültüye dikkatle baktığımızda, rejimin tutmadığını, siyasî toplumda ayrı ayrı olması gereken bütün ideolojik çizgilerin iç içe geçtiğini, partileri birbirinden ayıran programatik hatların bile karıştığını görüyoruz. Yöneten eskisi gibi yönetemiyor, yönetilen ise ne yapacağını bilemiyor. Her sistem partisi kendi gerçekliğini demagojiyle yeniden biçimlendirmeye çalışıyor.
Halkımız ilk kez, Devlet’in tepesinde durması ve tarafsız olması gereken cumhurbaşkanının iktidar partisinin genel başkanı sıfatıyla Edirne’den Hatay’a kadar çaresizlik içinde çırpınarak koşturduğuna tanık oluyor. Ülkenin cumhurbaşkanı kendisi ve ortağı dışında herkesin hain olduğunu söyleyerek, seçimleri kaybetmesi hâlinde memleketin felakete sürükleneceğini ilan ederek halka çay ve havlu dağıtıyor. Sayın Reis bütün il ve ilçelerde esas aday olarak yarışıyor. Bütün yurttaşların değil sadece kendisine oy verenlerin cumhurbaşkanı, sadece kendi partisinin değil bütün partilerin genel başkanı ve kendi taraftarlarının Reis’i olarak boy gösteriyor. Sadece bir rejim kriziyle değil, rejimin gerçekte var olmadığını düşündüren çok tuhaf bir Devlet kriziyle karşı karşıyayız.
Sosyal demokrat olduğunu iddia eden partinin, merkez sağ gibi duran öteki partiyle kurduğu gevşek ittifak ise ÖDP-LGBT ve PKK’nin sivil uzantısı HDP’den mukaddesatçı sabık ülkücülere kadar görülmemiş genişlikte bir yelpazeye yayılan adaylarıyla oy toplamaya çalışıyor. Doğal olarak FETÖ’nün mağdur ve sempatizan kitlesi dahil AKP’den memnun olmayan ya da ondan yüz çeviren herkesi kapsayan bu ittifak ne yazık ki tehlikeli biçimde “demokrasi” savunucusu gibi görünüyor. Reis’in hakaret ve aşağılamadan oluşan ağır topçu ateşi bu görüntüyü güçlendiriyor. Yarış her türlü insaf ölçüsünü aşacak ölçüde adaletsiz imkânlar ve eşitsiz araçlarla sürüyor.
Siyasette masumiyet elbette bir ölçüt olmamalıdır. Mesela bir ülkede seçmen, “Hırsız ve namussuz olmadığı için falanca adaya oy veriyorum” diyorsa, o ülkenin siyasî sisteminde çok ciddi bir temsil ve kalite sorunu var demektir. Fakat hırsızlığın yolsuzluğun, akraba kayırmacılığının, seçmene müşteri muamelesinin siyaset âleminin esas raconu olarak kabul edildiği bir ülkede masumiyetin bir ölçüt hâline gelmesi kaçınılmazdır.
Bu açıdan baktığımızda, bu seçimlerde Vatan Partisi adaylarının hakikatin peşinde sahici bir kurtuluş programını savunan bir masumiyet müfrezesi olduğunu görüyoruz. Bu arkadaşlar vakıf kurup, dandik saha çalışması karşılığında AB fonlarından bir milyon lira alarak devrimci gazete çıkarmadılar, Soros fonlarını dağıtan işadamlarının eteklerine sığınmadılar. Bu yüzden kimseye borçları yok; dolayısıyla “aktivist” diliyle konuşmuyorlar. Şehir rantından pay kapma peşinde değiller. Tam bağımsızlığı, kamuculuğu, toplumsal kalınmayı, halkçı belediyeyi savunuyorlar. Namık Kemal’in dediği gibi, “Fedakârın kalır ezkârı (hatırası/sözleri) daim kalb-i millette.”
AKP ile CHP’nin iktisadi ve sosyal politikalarında sadece “nüans farkı” olduğunu yazdığımda bana kızanlar oldu. İki partili başkanlık rejimi sisteminde temel konularda anlaşmazlık olmaz, sadece halkı uyutmaya yarayan karagöz-hacivat atışmaları olur. AKP çökerek yerini daha işbirlikçi bir başka İslamcı partiye bırakırsa şimdiki “nüans farkı” daha da azalacaktır. Kılıçdaroğlu’nun aradaki “nüans farkı”na rağmen Gül’ü cumhurbaşkanı yapmaya çalıştığını unutmayalım. Kendimizi aldatmayalım, seçim tantanasına da aldanmayalım. Sorun, dışarıdan dayatılan başkanlık rejimiyle, siyasî sistemle, giderek bölgesel özerklikle ve zamanla ulus-devletin çözülmesiyle ilgilidir; anayasa sorunudur.