Söyledikleri mi, yaptıkları mı, hangisi acaba?
Katıldığım bir ekonomi panelinde, izleyiciler arasında olan ve Türkiye’de üretim yapan yabancı bir şirketin, Alman CEO’su söz aldı ve şunları söyledi; “…burada yazılı olan kurallar uygulanmıyor. Uygulananlar ise, yazılı değil…”
Ne yazık ki, bu zihniyet, bugün artık tamamen ve fiilen kendini meşrulaştırdı.
Çifte standart, yaptım oldu, Rabbena hep bana, hukukun siyasallaştırılması, anti-demokratik baskılar, keyfi ve kişiye özel uygulamalar, eş-dost-akraba kayırmacılığı, partizanlık vb. aldı başını gitti maalesef.
Bizzat iktidar sahiplerinin söyledikleriyle, yaptıkları arasında tamamıyla farklı, hatta zıt işler ve uygulamalar yapılıyor.
Damat Bakan, sık sık yaptığı, adeta stand-up tadındaki konuşmalarında ısrarla, “parasal sıkılaştırmaya gideceklerini, bütçe disiplininden taviz vermeyeceklerini” söylüyor.
Ama yapılanlara bakılınca adeta Bakan’ın tüm söylediklerinin tersi gerçekleşiyor.
Örneğin, popülist harcamalara, Kamusal Sermayeli Bankaların sorunlu kredilerine karşı borçlanmaya ve kâğıt ihracına gidiliyor. Benzin ve oto gaza yapılan zamlar-seçim korkusuyla- pompaya yansıtılmıyor. Ama vergi kaybı nedeniyle bütçe açığına ve ilave borçlanmaya yol açılıyor.
TC Merkez Bankası’nın, 64 yıldır yapılmayan bir biçimde ihtiyat akçesinin dahi, seçim öncesi kullanılacağı iddia ediliyor. Yani parasal gevşeme ve popülist harcamalara tam gaz devam ediliyor.
Öte yandan, bütçe disiplini ve mali sıkılaştırma sözlerinin ardından, bütçede görülmemiş tarihi açıklar veriliyor.
Bütçe açığı 2018, yılının ilk dört ayında 23.1 milyar TL iken, 2019 Nisan sonunda 54.4 milyar TL’ye fırlıyor. Yani yüzde 135 oranında anormal bir biçimde artıyor. Böylece orta yerde ne bütçe, ne de mali disiplin kalmıyor.Damat Bakan, Şubat 2019’da TOBB’da yaptığı konuşmada, 2.5 milyon kişiye istihdam sağlanacağını müjdeliyor. Ama açıklanan işsizlik rakamları son 10 yılın en kötü işsizlik rakamlarına işaret ediyor.
2.5 milyon ilave istihdam için, Türk ekonomisinin görülmemiş bir biçimde yüzde 16-17 gibi bir büyümeye ulaşması ise imkânsız görünüyor. Çünkü 2019 yılında Türk ekonomisinin bırakın büyümeyi, küçülme ihtimali dahi var bugün.
Bitmedi. Mart 2019’da Damat Bakan, Trabzon’da yaptığı bir konuşmada, “….doların yükselmesini daha çok beklersiniz, Ağustos-Ekim 2018 aylarında dolar toplayanlar şimdi “gara gara” düşünüyor…” mealinde sözler söylemişti. Geçen hafta dolar 6.20’i, avro ise 7 TL’yi gördü yine.
Bugün, Türkiye’de hane halkı ve bireyler Türk lirasının ağır değer kaybı, yüksek enflasyon ve ekonomi-politik istikrarsızlık görüntüsü nedeniyle, yoğun bir biçimde dolar / döviz alıyorlar. Hâlihazırda bankalardaki toplam mevduatın yüzde 53’ü yıllardan beri ilk defa Döviz Tevdiat Hesaplarından oluşmuş vaziyette. Yani Bakan’ın dediği gibi “gara-gara” düşünmeden, dolar istifliyor insanlar.
Bu örnekleri arttırmak mümkün kuşkusuz ki.
'AŞKIMIZ' İstanbul’u hortumlamışlar!
Ama esas olan, ekonomi yöneticilerin işsizlik, faizler, enflasyon, döviz kurları gibi konularda bugüne kadar söyledikleri ve vadettikleriyle, uygulamaları ve sonuçların taban tabana zıt olduğu gerçeğidir.
Siyasette de, söylenenlerle yapılanlar birbiriyle uyuşmuyor elbette. Örneğin; “İstanbul bizim aşkımız” diyerek, kaybettikleri İstanbul Büyükşehir Belediye seçimlerinin hukuka ve vicdana açıkça aykırı bir şekilde iptalini sağladılar. Ama son üç hafta içinde görüldü ki, “Aşkımız” dedikleri, İstanbul’da Belediyenin halkın temel ihtiyaçları için sarf etmesi gereken sınırlı kaynaklarını, dinci ve/veya ahbap-çavuş, vakıf ve derneklere adeta hortumlamışlar.
Yani “Aşkları” İstanbul Belediyesinin kaynakları, dinci-cemaat ve oluşumlara, eş-dost-akrabaların, vakıf ve derneklerine adeta hortumlanmış. Medyada açıklanan rakamlar şimdilik 867 milyon Türk lirası gibi anormal bir meblağ ulaştı bile.
Bunlar, Aşkımız dedikleri İstanbul’un, trafiğini tam bir kaos ve keşmekeşe çevirmişler, daha fazla rant-daha fazla kat düsturu ile, çirkin-koca koca gökdelenleri İstanbul bağrına mızrak gibi saplamışlar. Kentin tarihi ve doğal dokusunu mahvetmişler. Belediyenin kaynaklarını da adeta hortumlamışlar ne yazık ki.
Bunlara rağmen, klişeleşmiş büyük laflar ve algı operasyonlarıyla ve yandaş medyanın akla ziyan yayınlarıyla hala aklımızla alay etmeyi sürdürüyorlar.
Büyük laflar edip, sonra altında kalıyorlar.
Son söz: Büyük lokma yiyin ama büyük laf etmeyin artık!