Stratejik kımıldama
Uzun bir sessizlik döneminin ardından “stratejik derinlik” hafiften kımıldadı ve Sayın Davutoğlu on maddelik bir öneri sundu. Dikkatle okunduğunda bunun bir öneri değil deklarasyon olduğu anlaşılıyor. Hamaseti süzdüğümüz zaman ortaya çıkan metin özetle Kerkük’e özel statü öneriyor ve bu yönde Birleşmiş Milletler’e çağrıda bulunuyor. Aksi halde “iki zıt senaryo”nun çatışabileceğini söylüyor. Çatışacak tarafların Sünniler ile Şiiler, Kürtler ile Araplar olduğunu belirtiyor. Deklarasyonun AKP içindeki huzursuz kesime ve elbette Amerikan Conisi’ne hitap ettiğini anlıyoruz.
Barzani referandumu Kuzey Irak’taki Kürtlerin hem bölünmesine hem de hezimetine neden oldu. Irak sahasında dengeler değişti. Bölge kaleydoskop gibi. Küçük bir sarsıntıda bütün şekiller, renkler ve ittifaklar değişiyor. İran’ın ağırlığı arttı ve ABD ile İsrail’in sesi çıkmadı. Fakat bu durum ABD’nin sahadan tamamen çekildiği anlamına gelmiyor. Bölgedeki müttefiklerini, taşeron örgütlerini ve ajanlarını sonuna kadar kullanmadan ABD’nin bölgeden çekilmesi emperyalizmin tabiatına aykırı.
Bu gelişmelerin Türkiye’deki siyasi İslamcıları da böldüğü görülüyor. AKP içindeki Barzani yanlıları ve ABD’nin taşeronu olarak güney istikametinde “stratejik derinlik” arayan, yani Kürtleri de kapsacak bir Sünni nüfuz alanı isteyen örtük Fethullahçı kesim ile İran-Suriye-Türkiye ittifakını savunan, ABD’ye ve PKK-PYD koridoruna karşı çıkan kesim arasında dolaylı bir atışma başladı.
“Karar” gazetesinin “Barzani bizim müttefikimizdir” diyen, Kuzey Irak Bölgesel Yönetimi’nin bağımsızlığa kadar yolu olduğunu söyleyen, hatta “Federalizm gecikirse bağımsızlık kaçınılmaz olur” (Etyen Mahçupyan) diyen yazarları, Davutoğlu’nun yanı sıra açıktan tavır almaya başladılar.
“Yeni Şafak”tan İbrahim Karagül ise “Nedir Bu Yaygara! Türkiye’yi ‘İran Tehdidi’nden Barzani mi Koruyordu?” başlıklı yazısıyla (19.10.17) bu kesimi topa tuttu. Mezhebi Şii olan Türkmenler Kerkük’te Türk bayraklarıyla yürürlerken, PKK/PYD sınırlarımıza ABD ve İsrail silahlarını yığıyordu. Karagül, bu olaylara “Türk-Kürt, Şii-Sünni kimliğiyle bakamayız,” diyor. Ne anlama geldiğini pek açıklamasa da “tarih yapıcı rolümüz”ü öne çıkarmamız gerektiğini yazıyor. Bu “tarih yapıcı rol”ün, yazısında belirttiği “Akdeniz’den İran’a kadar bir ‘Türkiye Kalkanı’ inşa etme” önerisinin biraz ötesinde bir şey olduğu anlaşılıyor.
Şimdi böyle bir “yaygara” ortamında bütün dikkatlerin Reis’in ağzından çıkacak sözlere yönelmesi gayet doğal. Şii İran ve “Esed” ile ittifak kurarak Sünni Kürtlere ve eğit-donat güçlerine cephe mi alacağız, yoksa “çözüm süreci”nin yeni bir versiyonunu ısıtarak Barzani bölgesini himaye mi edeceğiz? Birinci durumda ABD’yle çatışmak kaçınılmaz, ikinci durumda ise Astana sürecinden çıkıp İran’la karşı karşıya gelme ihtimali var.
Sayın Cumhurbaşkanı Muhtarlara hitabında yerini belli eden iki tarafı kendisine doğru çekerek “ittihad-ı İslam”da birleştirmeye çalıştı. Türkçülüğün de Kürtçülüğün de bölücülük olduğunu söyledikten sonra, “Bizim gönül dünyamız da kollarımız da kardeşlerimize açıktır,” dedi. Bu sözlerden bölgenin, hatta dünyanın bütün Müslüman ihvanını kucaklamamız gerektiğini, üst kimlik İslam olunca farklılıkların önem taşımadığını anlıyoruz.
Toplantı Kerkük türküsüyle başladı ve Reis “Ecdadımız, Gâzi Mustafa Kemal, Misâk-ı Millî ile Kerkük’e kadar bu hattı çizmediler mi? Kerkük’e nasıl sırtımızı döneriz?” sözleriyle tıpkı Sayın Bahçeli gibi Irak’ın toprak bütünlüğünü sorguladı. İdlip’te “Hain Esed”e karşı eğitip donattığımız güçlerin bizi “Fatihin torunları, hoş geldiniz!” diye karşıladığını belirttikten sonra, “Mağdurlar, mazlumlar bizi bekliyor!” şeklinde ajitasyon yaptı. İdlip’e girerek İran, Rusya ve Suriye’nin mağdur ettiği mazlum kardeşlerimizi (!) kurtarıyor.
Sayın Cumhurbaşkanı partisinin bütünlüğünü korumaya, “ABD’nin taşeronu olarak bölgesel bir güç olalım” diyenler ile “emperyalizme karşı bir Türkiye kalkanı kuralım” diyenleri kendi iradesi altında ve Müslüman kardeşliği temelinde birleştirmeye çalışıyor. Ortada durduğu, hangi yöne gideceğine henüz karar veremediği anlaşılıyor.
Bütün bu söz ve tavırlarda bir mantık ve mâna ararken, sizi bilmem ama benim içim daralıyor.