Sun Tzu diyor ki...
Son yıllarda Çinli savaş bilgesi Sun Tzu’dan alıntı yapmak moda oldu. Bir alıntı da ben yapayım: “Düşmanını ve kendisini bilen yüz kere savaşsa yenilmez; düşmanını bilmeyip kendisini bilen bir yener bir yenilir; ne düşmanını ne de kendisini bilen, girdiği her savaşı kaybeder.”
Ben de bir söz ekleyeyim: “Hem düşmanından korkan hem de kendisini bilmeyen hemen teslim olur.”
Mübarek kandil gecesi Trump’ın “güzel yeni akıllı füzeleri” Efendimiz’in göğe yükseldiği bölgede bütün İslâm âlemini aydınlattı. Suriye bir çizik bile almadı, tınmadı! Sokaklara çıkan halk Coni’nin füzesiyle dalga geçti. Üstelik Suriye’nin elindeki Rus yapımı eski füzeler Coni füzelerinin bir kısmını havada imha etti; belki Ruslar da füzelerin yönünü şaşırtmak için elektronik marifet sergilediler: tarlalarda çukurlar, üç yaralı vs...
Fakat bizim Saray’ın karizması feci şekilde çizildi. “Yapılan operasyonu doğru buluyorum,” dedi. Böylece doğru bulduğu Astana zirvesini bu kez eğri bulmuş gibi oldu. Keferenin İslam âleminin semalarında yaktığı kandillerin ışığını görünce, Türkiye’nin bir NATO ülkesi olduğunu ansızın hatırlamış da olabilir. N’oldu Osmanlı tokatı? Şimdi Putin’den bir Judo hamlesi, Ruhani’den ise bir kara büyü numarası bekleyebiliriz.
Siyasî iktidar çevrelerinin yorumları özetle şöyle oldu: “Hain Esed kaldığı sürece bu füze saldırısı yetmez ama evet. Bizim gibi sadık bir NATO müttefikine karşı PYD’yi silahlandırdınız, kalbimizi kırdınız. Vazgeçin PYD’den, yine stratejik müttefik olalım. Vazgeçmezseniz biz de gider Rusya’yla stratejik müttefik oluruz. Vallahi biz ulus devletçi değil ümmetçiyiz. Ergenekon bir gerçekti, siz istediniz diye onların üstüne gittik, lakin FETÖ’cüler davayı sulandırdılar. İsterseniz kaldığımız yerden devam ederiz.”
Sayın Kılıçdaroğlu ise söze bir devlet adamı ciddiyetiyle başladı: “Kim olursa olsun, hangi devlet olursa olsun, kimyasal silah kullanmak bir insanlık suçudur.” Hadi ya! Yani bir söz ancak bu kadar doğru olabilir! Koskoca partide bir Allahın kulu çıkıp da, “Doğru söylüyorsun dayıcığım, fakat mevzu bu değil,” diyemedi. Sokaklarda VP ve Öncü Gençlik dışında kimseyi göremedik.
Türkiye’de Devlet’in tutumu ciddî değil. Hükümetin “manevi şahsiyet”i zayıflamış; iradesi kararsız hâle gelmiş, bir o yana bir bu yana sıçrıyor. Parlamento ise demagojinin hâkim olduğu bir tuluat tiyatrosuna dönüşmüş.
Emin olun, korkulacak bir şey yok! Diktatörlük ve faşizm gibi kavramları iktidara yakıştırmayalım. Bunlar ciddi kavramlardır. En basit anlamda faşizm bile çılgınca bir cüret ve cesaret, silahlı sağlam kadrolar, modern bir ideoloji, farklı bir demagoji ve propaganda yeteneği gerektirir.
Antiemperyalizm de çok ciddî bir kavramdır. O kadar Lenin ve emperyalizm teorisi okuduk. Gericinin batı kültürüne olan ezeli düşmanlığını ve aşağılık kompleksini, muktedir tüccarın bezirgânlığını antiemperyalizmle karıştıramayız. “Beheheyt, Amerika!” diye bağıran herkesi emperyalizme meydan okuyan bir Fidel Castro gibi göremeyiz. Amerikan Conisi’yle savaşmak farklı bir bilinci, arka planı ve alt yapıyı gerektirir. Ayrıca, yazıktır! Hiçbir ideolojik donanımı olmayan, ezberi sürekli bozulan, hasbelkader oraya çıkmış nasıl ineceğini bilemeyen, parayla seçim kazanmak için ülkenin fabrikalarını ormanlarını satan, vatanı “ticari marka” gibi gören birilerine antiemperyalizm ya da faşizm gibi ağırlıklı kavramlar atfetmek hakkaniyete sığmaz.
Ciddî olan tek şey, ülkenin beka sorunudur. Derinleşmekte olan Dünya Savaşı’nın ve iktisadi krizin önümüzdeki yıllarda hatta aylarda bir kaosa yol açma ihtimali vardır. Oysa bizim her şeyimiz var. Bereketli topraklarımız, tarımdan anlayan çiftçilerimiz, genç nüfusumuz, imamın müridi olmaktansa “deist” olmayı seçen akıllı gençlerimiz, planlama birikimimiz ve uzmanlarımız, teknokrat kadrolarımız, FETÖ’den arınarak Amerikan Conisi’ni bozmuş bir ordumuz, gerçek sanatçılarımız ve en önemlisi Cumhuriyet değerlerini özümsemiş, onun getirdiği hayat tarzına alışmış yurtsever bir halkımız var. Üstelik işbirlikçi burjuvazi sınıf mücadelesini kabul edecek yerde malını mülkünü paraya bozdurarak birer ikişer ülkeden tüymeye, Türk-İş Başkanı bile devrimci nutuklar atmaya başladı. Bildiğimiz sınıf mücadelesi açısından çok değişik durumlar!
İmamın gömleği Türkiye’ye, hatta imamın kendisine bile dar geldi. AKP’yi felakete yol açmadan, barış içinde iktidardan vazgeçmeye ikna etmek her yurtseverin görevidir.
Sun Tzu’nun dediği gibi, hem düşmanımızı hem de kendimizi bilirsek kazanamayacağımız savaş yoktur. Kendi gücümüzü bilelim ve korkmayalım. Ülkemizin üzerine yapışan şu pas lekesini hep birlikte kazıyarak esas Türkiye’yi ortaya çıkaralım.