23 Kasım 2024 Cumartesi
İstanbul 17°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Topyekûn savaş

Koray Gürbüz

Koray Gürbüz

Eski Yazar

A+ A-

Savaşların tarihsel gelişimine baktığımız zaman ekonomik, siyasal ve toplumsal gelişmelere bağlı olarak, hem taktik hem de kullanılan araçlar bakımından büyük dönüşümler yaşandığı görülecektir. Özellikle Sanayi Devrimi’nin getirdiği teknolojik yenilikler, orduların gücünü muazzam ölçüde artırmıştır. Bununla birlikte savaş gücünün sadece “ateş gücü” olmadığı da anlaşılmış ve çeşitli mekanizmalar geliştirilmiştir. Kaynakların verimli kullanılması ve işletilmesi, propaganda ve eğitime önem verilmesi bu çabaların sonucunda ortaya çıkmıştır. Böylelikle süreç içinde, savaş kavramı sadece orduların icra ettiği bir eylem olmaktan çıkmış ve tüm toplumun seferber edildiği, ülkenin tüm kaynaklarının bir amaç doğrultusunda kullanıldığı ve bütün toplumu doğrudan etkileyen “Topyekûn Savaş” konsepti gelişmiştir. Artık savaş tüm “milli güç unsurlarının” sahaya sürüldüğü bir nitelik kazanmıştır.

Topyekûn Savaş’ın en önemli ihtiyaçlarından biri ise iç siyasette istikrarın sağlanmasıdır. İç cephedeki istikrar sayesinde toplumun her kesiminin en verimli şekilde kullanılmasına imkân sağlanmış olur. Örneğin, orduların ihtiyaç duyduğu eğitimli insanlar, savaşların uzun süre sürdürülebilmesine imkân veren ekonomik altyapı ancak toplumun her kesiminin ortak amaca yönelmesiyle gerçekleşebilir. Böylece siyasi güç, askeri güçle, askeri güç de ekonomik ve sosyo-kültürel güçlerle tahkim edilmiş olur.

Yani orduların sayı bakımından çokluğundan ziyade niteliği ve teknolojik gücü daha önemli hale gelir. Toplumu oluşturan tüm dinamiklerin ortak yönde, tek bir amaç doğrultusunda hareket etme kararlılığı da savaşan ordu kadar önem kazanır. Tabi bu noktada “eğitim” her milli güç unsuruna etki eden bir kavram olarak öne çıkar. Öyle ki örneğin Türk askerinin terörle mücadelede başarılı olabilmesi için ya da ateşli silahlarının yıkım gücünün daha etkili olması veya kullanılan topun menzilinin 6.000 metreden 40.000 metreye çıkması bile eğitimle ilgilidir. Çünkü hepsi birbiriyle bağlantılıdır. Silahı, eğitimli personelden, eğitimli personeli ekonomik altyapıdan ya da siyasi durumdan bağımsız ele almak her aşamada sorun riskiyle karşılaşmak demek olacaktır.

İstiklal Harbi’nde Gazi Mustafa Kemal Atatürk de sadece askeri birliklerin savaş gücüne odaklanmamıştır. O, cephe gerisinde lojistik ve moral destek sağlayan halkın öneminin farkındadır. Bu yüzden savaşın ön cephesinde savaşan Mehmetçikler kadar cepheye kağnısıyla malzeme taşıyan Elifleri de savaşa katmıştır. Hatta öyle ki her evden, 2 tane yün çorabı varsa birini Mehmetçiğe vermesini isteyecek kadar savaşan orduyla uğruna mücadele edilen halkı birleştirmiştir. Kahraman Mehmetçikler, savaşın her aşamasında kahraman kadınları, kahraman çocukları görerek ve onların desteğini hissederek milletle birleşmişler ve savaşma iradesini güçlendirmişlerdir

Katıldığı tüm savaşlarda ve özellikle Kurtuluş mücadelesinde ortaya koyduğu yaklaşımla Topyekûn Savaş’ın en yetkin uygulayıcılarından biri olan Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün: “Bir milletin başarısı, mutlaka bütün millî güçlerin bir istikamette oluşması ile mümkündür. Bu nedenle bilelim ki, elde ettiğimiz başarı, milletin güç birliği etmesinden, ortak hareket etmesinden ileri gelmiştir. Eğer aynı başarı ve zaferleri gelecekte de tekrarlamak istiyorsak, aynı esasa dayanalım ve aynı şekilde yürüyelim” sözleri sadece askeri gücün kullanımına dayanan ve klasik manada icra edilen harbin mutlak başarıyı getirmede ne kadar yetersiz olduğunu göstermesi açısından büyük değere sahiptir.

Sonuç olarak gerek terörle mücadelede gerekse Suriye’de ya da Irak’ta askerlerimizin başarılı olması için her şeyden önce milletin birliği gereklidir. Eğer bizim için savaşıp Gazi olan veya Şehit olan askerimizin acısını hissetmezsek ordunun başarılı olması mümkün değildir. Aynı şekilde milletin bir kısmını “makbul” diğer kısmını “düşman” olarak gören siyasilerin milleti zafere götürmesi de olası değildir. Bu anlamda sorumluluk sahibi herkesin “ötekileştirme” siyasetine son vererek “vatan, millet ve bayrak” için herkesi birleştirmesi aklın gereğidir. Tarih, milletin birliğini bozanlara da Atatürk gibi ortak değerlerimize utanmazca saldıranlara da hak ettiklerini verecek kadar adildir.