23 Kasım 2024 Cumartesi
İstanbul 17°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Türkiye neden sürekli patinaj halinde?

Koray Gürbüz

Koray Gürbüz

Eski Yazar

A+ A-

“Coğrafya kaderdir!” Yeni Zelanda gibi okyanusun ortasında olmanın yaşatacaklarıyla Türkiye gibi Asya’nın, Avrupa’nın, Afrika’nın ve medeniyetlerin kesişim noktasında olmanın yaşatacakları farklıdır. Bu anlamda Yeni Zelanda’nın Hava Kuvvetleri envanterinde bulunan savaş uçaklarını satması kendileri açısından normal karşılanabilecekken Türkiye’nin “vesayeti yıkıyorum” adı altında ordusunu zayıflatması, yüzlerce yıllık geleneği yansıtan Harp Okullarını yerle bir etmesi, GATA gibi gözbebeği kurumları tarumar etmesi asla kabul edilemez. Bu coğrafyada ordunuz güçlü değilse özgür olamazsınız. Ordunuzun caydırıcılığını azaltır, birliğini ve bütünlüğünü bozarsanız nefes alamazsınız. Ve en önemlisi bu gerçeğin farkına varmamakta çok ısrar ederseniz göç yollarına düşersiniz, devletsiz kalırsınız.

O halde Türkiye’yi parçalara ayırmak için ellerini ovuşturan “içimizdeki İrlandalıları” bir tarafa bırakırsak coğrafyamızın gerektirdiği bir orduya ve hayatın dayattığı gerçeklere göre politika geliştirmek gerekir. Aksi her durumda sürekli patinaj yapma ve bir türlü sorunların üstesinden gelememe gibi bir sorunla karşılaşırsınız.

POTANSİYEL VAR

Türkiye’nin maalesef içine düştüğü kısırdöngü budur. Sürekli patinaj yapmasının ve hiçbir sorunu çözememesinin sebebi de budur. Şu bir gerçektir ki, Türkiye potansiyeli çok yüksek ama ekonomisi çok kırılgan orta ölçekli bir ülkedir. Bu gerçeği göz ardı ederek politika yapmaya kalkarsanız, yani bölgesel aktör gibi poz vermeye heves ederseniz geleceğinizi de tehlikeye atmış olursunuz. Oysa gerçeklerle yüzleşmek ayıp değildir. Türkiye, doğru politikalarla ve doğru kadrolarla gerçek anlamda “bölgesel güç” olabilir. Ancak Yunanistan burnunuzun dibindeki adaları işgal ediyorsa ve siz sesinizi çıkaramıyorsanız “bölgesel gücüm” diyemezsiniz. Hele hele “bedeli ağır olur” dediğiniz halde Irak’ın Kuzey’inde birileri “bağımsızlık referandumu” yapabiliyorsa işinizi gücünüzü bırakıp, iki elinizi başınızın arasına koyup “Benim sözümün hiç mi değeri yok!” diye düşünmeniz gerekir.

KİMLER MÜTTEFİKİMİZ?

Tabi bunu yaparken kendinize şu soruyu da sormalısınız: “Türkiye’nin çıkarlarıyla müttefik olarak gördüğüm ülkelerin çıkarları aynı mı?” Basit gibi görünen bu soru aslında Türkiye’nin neden sürekli patinaj yaptığını da açıklar. Zira artık açık ve net olarak görüleceği üzere Türkiye’nin çıkarlarıyla “müttefik” olduğu varsayılanların çıkarları aynı değil. Mesela biz, Irak’ın toprak bütünlüğünü savunurken kimler aynı düşünceyi savunuyorsa müttefiklerimiz onlardır. Ya da biz, PYD’nin bir terör örgütü olduğunu düşünüyorsak müttefikimiz bizimle aynı noktada olanlardır. Bu anlamda devletlerin ebedi dostlukları yoktur, devletlerin “milli çıkarları” vardır. Milli çıkarlar doğrultusunda sürekli ileriye doğru gitmeyi sağlayacak olansa zamanın ve zeminin dayattığı ittifakların içinde olabilmektir. Örneğin Amerika Birleşik Devletleri, resmi görüşmelerde PYD’yi IŞİD’e karşı mücadele ettiği için desteklediğini söylemektedir. Yani bir bakıma “başka alternatif yok, bu yüzden destekliyorum” demektedir. Peki Türkiye’nin sadece “kendi milli çıkarları” için desteklediği bir yapı ya da devlet var mıdır? Mesela Suriye’nin birliğini destekliyorsanız bugün için Esad düşmanlığından vazgeçmek ve Suriye ordusunun Suriye sınırları içinde birliği sağlamasına destek olmak gerekmez mi? Ya da Kuzey Irak’taki illegal referandumun ardından meseleyi zamana bırakmak yerine hemen Irak Merkezi Hükümeti’yle ard arda anlaşmalar yapmak ve alternatif sınır kapıları açmak, ticaret kanallarını merkezi hükümetle açmak doğru değil midir?

BU COĞRAFYANIN ZORUNLULUKLARI

Başta dedik “Coğrafya kaderdir!” diye. Bu coğrafyanın değişmez kuralları da bellidir. Güçlü bir ekonominiz olmalı, güçlü bir ordunuz olmalı ve milli birliğiniz sağlanmalı. Sayılan bu maddelerin pratik yansımasıysa şudur: Aklı egemen kıl ve üretim ekonomisine geç, ordunun emir komuta zincirini ve geleneklerini bozma, memlekette bir ben doğruyum benden olmayan da düşmandır deme! Bunları yapan yönetim Türkiye’yi düzlüğe çıkarır. O durumda coğrafyanın Yeni Zelanda’ya bahşetmediği bölgesel devlet olma ve dünyanın gidişatında söz sahibi olma fırsatı elde edilebilir. Yok, “Ben iki ileri bir geri gideyim, dostum kim, düşmanım kim bilmeyeyim ama bol bol bağırıp çağırayım” derseniz Türkiye’yi sürekli patinaj halinden kurtaramazsınız. Sonra zamanı gelince coğrafya kendini hatırlatır size. Güçlü olmamanın cezası da coğrafyaya göre değişir. Eğer adınız Yeni Zelanda’ysa en fazla uzaktaki patronunuzun adı değişir. Dün Birleşik Krallık’a bağlılığınızı bildirirken bugün Amerika’ya bağlılık bildirirsiniz. Zaten kimse de sizinle pek ilgilenmez. Ancak adınız Türkiye’yse gücü kaybetmek demek ölüm demektir. Bu anlamda ülkemizi yönetenlerin aldıkları kararlar bu coğrafyada yaşamla ölüm arasında gider gelir. Umarım zamane yöneticileri de bunun farkındadır.