22 Kasım 2024 Cuma
İstanbul
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Türkiye'nin İsrail'i tanıması

İkinci Dünya Savaşı ertesinde İngiltere, Filistin sorunundan yakasını kurtarmak için, bu sorunu 2 Nisan 1947’de BM’nin gündemine getirmişti.

Türkiye'nin İsrail'i tanıması
A+ A-
Doç. Dr. HÜNER TUNCER

BM Genel Kurulu, 15 Mayıs 1947’de “BM Filistin Özel Komisyonu” adlı bir çalışma grubunun kurulmasına karar verdi. Komisyon’un 1 Eylül 1947’de BM Genel Sekreteri’ne sunduğu raporda, Filistin’de İngiliz manda yönetiminin derhal sona erdirilmesi ve Filistin’in bağımsızlığının kabul edilmesi yer almaktaydı. Peki, bu bağımsızlık nasıl olacaktı? Komisyon’daki çoğunluk önerisine göre Filistin, Araplar ile Yahudiler arasında bölünmeli, bu topraklarda iki ayrı bağımsız devlet kurulmalı ve Kudüs kenti de uluslararası statüye sahip olmalıydı.

FİLİSTİN’İN BÖLÜNMESİ

Arap devletleri, Filistin toprakları üzerinde bağımsız bir Arap devletinin kurulmasından yanaydı ve taksim düşüncesine karşıydı. Ancak, 29 Kasım 1947’de BM Genel Kurulu, Filistin Komisyonu’nun çoğunluk önerisini benimsemiş ve Genel Kurul’da yapılan oylamada, Filistin’in Araplar ile Yahudiler arasında bölünmesine karar verilmişti. Bu karara göre, Filistin’de kurulacak Yahudi ve Arap devletleri arasında bir ekonomik birlik kurulacak ve Kudüs kenti de uluslararası statüye sahip olacaktı.
Türkiye, Filistin sorununun BM’de görüşülmesi sürecinde, Filistin’in bölünmesi düşüncesine karşı çıkan Arap ülkelerinin yanında yer almış ve bağımsız bir “Filistin Arap Devleti”nin kurulmasını desteklemişti.

TÜRKİYE’NİN TANIMASI

BM kararı üzerine İngiltere, 15 Mayıs 1948’ten itibaren Filistin’deki bütün güçlerini çekeceğini ilân etti. 14 Mayıs 1948’de Filistin’de İngiliz manda yönetimi sona ermiş ve aynı gün, David Ben Gurion başkanlığındaki Yahudi Ulusal Konseyi, Filistin’de bağımsız bir İsrail devletinin kurulduğunu ilân etmişti. İsrail devleti kurulur kurulmaz Mısır, Ürdün, Suriye, Lübnan ve Irak orduları, 15 Mayıs’tan itibaren İsrail’in üzerine yürümeye başladı ve böylece, Birinci Arap-İsrail Savaşı gerçekleşti. Savaşın sonucunda İsrail, BM’nin “taksim” kararında kendisine verilen topraklardan çok daha fazlasını ve Kudüs kentinin de yarısını ele geçirmişti.

Türkiye, 28 Mart 1949’da İsrail’i resmen tanıyan ilk Müslüman devlet oldu. Türk Hükümeti bu kararını, “İsrail BM’ye üye olmuştur; dolayısıyla Türkiye de, yeni kurulan bu devleti BM örgütünün evrenselliği ilkesi çerçevesinde tanımıştır” şeklinde açıklamıştı.

Türkiye’nin, İkinci Dünya Savaşı sonrasında izlemeye başladığı Batı yanlısı dış politika, Türkiye’nin İsrail devletini tanıma kararı almasında önemli bir rol oynamıştı. NATO’ya üye olmayı isteyen Türkiye, dış politikasını olası müttefiklerinin dış politikalarıyla uyumlaştırmayı zorunlu görmekteydi. İkinci olarak, ABD’nin İsrail’le sıcak ilişkiler kurmasının Türkiye’nin İsrail’le ilişkilere olumlu yaklaşmasında payı olmuştu. Üçüncü olarak, İsrail’in, 1950-1953 yıllarında gerçekleşen Kore Savaşı’na ABD ile birlikte asker gönderilmesini desteklemesi, Ankara’da İsrail’e duyulan güveni artırmıştı. Türkiye’nin İsrail devletini tanımasında rol oynayan bir diğer etken de, Ankara’nın Arap ülkelerine olan ilgisizliğiydi. Cumhuriyet’i kuran aydınlar için Batılı olmak, geçmişten ve bir anlamda da Araplardan uzaklaşmak demekti. Nihayet, İsrail’in, Türkiye kadar ikili ilişkilerin gelişmesine önem vermesi de Türkiye’nin bu devleti tanımasında rolü olmuştu.

İLK DİPLOMATİK İLİŞKİ

9 Mart 1950’de Türkiye ile İsrail arasında elçilik düzeyinde diplomatik ilişkiler kuruldu. Türkiye ile İsrail arasındaki ilişkiler Cumhuriyet Halk Partisi döneminde başlatılmış olup, Demokrat Parti iktidarında da sürdürülmüştü. Türkiye, Tel Aviv Elçiliği’ne ilk atamayı 1952 yılında gerçekleştirdi. Türkiye, bir yandan Arapların Filistin davasına genelde destek verirken; öte yandan da, İsrail ile ilişkilerini sürdürmekteydi.
1950’lerde ABD’yle yakın siyasal ve ekonomik ilişkiler kuran Türkiye ile aynı yıllarda ABD’yle bağlantısını güçlendiren İsrail arasındaki ilişkiler hızla gelişmekteydi. Öte yandan iki devlet arasındaki ilişkilerin gelişmesinde, her iki devletin de, Ortadoğu gibi dinsel öğelerin ön plânda tutulduğu bir bölgede laik devlet modelini benimsemiş olmasının etkisi olmuştu. Ayrıca hem Türkiye hem İsrail, siyasal alanda parlamenter demokrasi modelini, ekonomik alanda da Batı tipi kalkınma modelini benimsemişti.

İSRAİL’İN NOTASI

İsrail, Bağdat Paktı’nı sürekli eleştiriyor ve bu paktın, İsrail’in Ortadoğu bölgesindeki varlığını hedef alan bir oluşum olduğunu dile getiriyordu. İsrail Hükümeti, Mart 1955’te Türkiye’ye bir nota vererek, Türkiye’nin İsrail’e yönelik politikasında bir değişiklik olup olmadığını sormuştu. Türkiye cevabi notasında, İsrail’e yönelik tutumunda bir değişiklik olmadığını ifade etmekle birlikte; Bağdat Paktı dışında kalan Arap ülkelerini kazanabilmek için izlediği Arap yanlısı politikayla İsrail karşısındaki inandırıcılığını yitirmekteydi. İsrail’in Bağdat Paktı’na karşı tutumu, paktın vefalı bir savunucusu olan Türkiye’nin İsrail ile ilişkilerini gözden geçirmesine neden olmuştu. 1955 yazından itibaren, Türkiye ile İsrail arasındaki diplomatik ilişkiler en alt düzeye indirildi.

Türk Hükümeti, 26 Kasım 1956’da Tel Aviv’deki Büyükelçisi Şevkati İstinyeli’yi geri çekme kararı almıştı. Ancak, İsrail’i gücendirmekten çekinen Türk Hükümeti, Türkiye’nin İsrail’le dostça ilişkilerini ve ticaretini sürdüreceğini açıkladı. Türkiye’nin İsrail’e ilişkin çelişkili gibi görünen bu tutumunun nedeni, önemsediği İsrail’i karşısına almak istememesiydi. Türkiye ile İsrail arasındaki diplomatik ilişkiler, 1980 yılına değin maslahatgüzar düzeyinde sürdürülmüş; Temmuz 1980’de İsrail’in Kudüs’ü başkent ilân etmesine misilleme olarak Türkiye, 28 Ağustos 1980’de Kudüs Başkonsolosluğu’nu kapatmış ve 2 Aralık 1980’de, Tel Aviv’deki maslahatgüzarlığını “ikinci kâtip” düzeyine indirmişti.

1985 yılından itibaren, Türkiye-İsrail ilişkilerinde yeni bir yakınlaşmanın işaretleri belirmeye başlamış; ikili ilişkilerin güvenlik ve istihbarat değişimi gibi alanlarında ilerlemeler kaydedilmişti. 1986’da “elçi” konumunda bir diplomat olan Ekrem Güvendiren’in Tel Aviv’e atanmasıyla, iki ülke arasındaki temsil düzeyi de facto (fiilen) yükseltilmiş olmaktaydı. Türkiye, 1990’da Tel-Aviv’deki diplomasi temsilciliğini yeniden büyükelçilik düzeyine yükseltti. 31 Aralık 1991’de, Ankara’daki Filistin ile İsrail Temsilcilikleri aynı anda büyükelçiliğe yükseltildi. 1980’den beri kapalı olan Kudüs’teki Türk Başkonsolosluğu da 1992’de yeniden açıldı.

Son Dakika Haberleri