22 Kasım 2024 Cuma
İstanbul 18°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Turuncu hayalet

Yavuz Alogan

Yavuz Alogan

Eski Yazar

A+ A-

Turuncu Devrim denilen ayaklanmalar komünizmin çöküşü sırasında ve sonrasında Doğu Avrupa’da başladı, Orta Asya’ya kadar yayıldı. Batı kapitalizminin ideolojik aygıtları hızla örgütledikleri sivil toplum kuruluşları (NGO’lar) aracılığıyla bu hareketleri finanse ettiler. Sokaklara çıkan, meclis binalarını basan, polisle çatışan insanlar genellikle batıda eğitim görmüş bir lider ya da kadronun peşine takılarak, daha çok kapitalizm daha az devlet, her türlü özgürlük ve liberalizm talebiyle ayaklandılar. Böylece Sırbistan’da Miloseviç devrildi (2000); Gürcistan’da Gül ve Karanfil devrimleri (2003), Ukrayna’da Turuncu devrim (2004), Kırgızistan’da Lale devrimi (2005) oldu.
Kapitalizmle hiçbir tecrübe yaşamamış insanlar tüketim toplumu olmak, dolar harcamak, Batı’nın “demokrasi” diye kakaladığı sistemin içinde olmak istediler. Bu akım, Duvar yıkıldığında (1989) besili Almanların, kitle hâlinde batıya doğru firar eden doğulu Almanları, yesinler diye muz atarak aşağılamalarıyla başladı, aynı yıl içinde Tien Anmen meydanında kitlelerin Amerikan Özgürlük Heykeli’nin maketini taşıyarak ayaklandıkları Çin’e kadar uzandı.

Sonuçta, Yugoslavya parçalandı, Ukrayna’da iç savaş başladı, NATO’nun sınırları genişledi. Neoliberal dalga sonunda Rus ve Çin devletlerinin kayalarına çarparak parçalandı ve sona erdi.

Türkiye’de ise yukarıdan Turuncu Devrim oldu. Tansu Çiller, 1995’te Sümerbank’ı satarken “Son sosyalist kaleyi yıktık” diye övünerek yaklaşan karşı devrimin işaretini vermişti. Turuncu Devrim’i tamamlamak AKP’ye nasip oldu. Kemal Derviş’in attığı temelleri genişleterek, sahici neo-liberallerin, sivil toplumcuların, numaralı cumhuriyetçilerin ve sosyalist gibi duran gevşeklerin desteğiyle sosyal devleti yıktı, kamu iktisadî kurumlarını yok etti, her şeyi özelleştirdi, bankaların sermayesini bile sattı. Küresel kapitalizmin istediği gibi bir borçlanma ekonomisi kurdu; “şahane kalkınma” yanılsaması yaratarak, başta kendisi olmak üzere herkesi aldattı. Fakat süreç 2008’de dünya kapitalizminin sermaye birikim modeli sarsılıp, fatura bizim gibi hülyalı ülkelere kesilince sekteye uğradı; ardından 15 Temmuz darbe girişimi gelince, AKP kendisine verilen görevi tamamladığını, artık iktidarda istenmediğini anladı.
Şimdi ne yapacağını bilemiyor. Elbette özelleştirdiği her şeyi kamulaştırmak, serbest piyasayı dağıtarak devlet destekli üretken bir millî ekonominin temellerini atmak isteyebilir. Emperyalizme direnmek de ancak bu şekilde mümkündür. Fakat bunu yapabilmesi için bizzat besleyip büyüttüğü zenginler sınıfını şiddet yoluyla tasfiye etmesi, sahici bir diktatörlük kurması, şimdikinden çok farklı bir ideolojik hegemonya tarzını denemesi ve yeni baskı aygıtları icat etmesi gerekir ki hiç mümkün görünmüyor.

Saray’ın ümmeti bölünürken, yukarıdan tamamlanan Turuncu Devrim’in kazanımlarını koruyacak şahsiyetler, Babacan, Gül ve İmamoğlu suretinde belirmeye başladı.

Bütün bunları anlatarak ne demek istiyorum? Türkiye’de Turuncu Devrim’in yukarıdan yapıldığını ve bu karşıdevrimin kazanımlarını korumak için aşağıdan bir kitle hareketine ihtiyaç olmadığını; mevcut mekanizmaların liberalizm, özgürlük, demokrasi, çağdaşlık gibi içi boş kavramlarla AKP’nin iktisat politikalarını sürdürecek yeni siyasi oluşumları kolayca iktidara getirebileceğini söylüyorum. Ayrıca Türkiye’de aşağıdan kitle hareketiyle turuncu devrim kışkırtacak hiçbir STK/NGO kalmadı. En büyük NGO, FETÖ’ydü. Bunlar ezildiler ya da saklandılar. Açık Toplum Vakfı bile bir yıl önce dükkânı kapatıp faaliyetine son verdi. Kendilerine müşteri ve taraftar bulamadılar. Burası Doğu Avrupa değil, toprak bu türden tohumlarla ziraat yapmaya elverişli değil.

Dolayısıyla, kitle hareketlerinden korkmayalım. Her kitle hareketinde bir turuncu devrim hayaleti görmeyelim. Devrimci bir öğrenci olsaydım, ODTÜ’deki kavak ağacı eylemlerinin önderliğini HDP milletvekillerine, dünyadan habersiz solcu gruplara ve PKK sempatizanlarına bıraktığım için utanırdım. Demek ki 13 yıldır ODTÜ’de örgütlenmeyi, kendi programımı anlatıp kabul ettirmeyi, olaylara içeriden müdahale kabiliyeti edinmeyi başaramamışım diye üzülürdüm.

“En fazla birlik ve beraberliğe muhtaç olduğumuz şu günlerde” Türk-İş, siyasî iktidarı genel grevle tehdit etti. Ya grev denetimden çıkar da Allah muhafaza turuncu bir şeye dönüşürse? Bu tip kaygılar devrimci hareketleri çürütür, örgütleri dağıtır.

Türkiye’de aşağıdan ancak bir Aydınlanma Devrimi olabilir. Haziran Ayaklanması’nın nasıl ağaç çiçek böcek diye başladığını ve ardından milyonlarca insanın genç Mustafa Kemal posterleri ve Türk bayraklarıyla sokaklara fırladığını, TGB’nin Gazdan Adam Festivali’nde 700.000 kişiyi “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” sloganında nasıl birleştirdiğini unutmayalım. Slogan hâlâ gerçek sahiplerini bekliyor.

Yazarın Önceki Yazıları Tüm Yazıları
HDP sorunu 24 Ağustos 2019
Müşterek harekât 17 Ağustos 2019
Yeni bir dünya 06 Ağustos 2019
Üretim devrimi 03 Ağustos 2019
Demokrasi sorunu 30 Temmuz 2019