22 Kasım 2024 Cuma
İstanbul
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Üç asker

Oktay Yıldırım

Oktay Yıldırım

Eski Yazar

A+ A-
Üç asker - Resim : 1

Çocukluğumun bir kısmı ve neredeyse bütün gençlik yıllarım Türk Ordusu’nda geçti. Karakterimiz, kemiğimiz orada şekillendi, orada üniformaya dönüştü tenimiz.
Bu süre içinde üç tip asker ile karşılaştım...
İlki, görevini yaptıktan sonra kenara sessizce çekilir ve sonraki göreve hazırlanır. Savaşçıdır... Sadece asker olduğu için değil, inandığı bir amaç için savaşır, bunun için asker olmuştur. Subaysa pek azı general olur, çoğu emekli albaydır. Hasbelkader general olmuş ise birkaçı hariç korgeneralliği bile görememiştir. İdealisttir, ama savaşçılığın onurunu rütbeye makama çiğnetmez. Makamını bırakır, rütbesinden vazgeçer, ama savaşçı kalır. Haksızlığa susmaz, görevini iyi yapmakla övünmez. Yanlış yaptıysa ders çıkarır ve sessizce düzeltir, doğru yaptıysa sessizce yapmaya devam eder. Her ikisi de onun için doğal eylemlerdir. Bu grubun içinde görevin niteliği gereği sıcak çatışmalara katılmamış olanlar da vardır, ama karakter aynı karakterdir: Övünmez, dövünmez, el açmaz, savaşçı ve çok iyi askerdir... 15 Temmuz akşamı Özel Kuvvetler nizamiyesini vuruşarak kurtaranlar, eğer o ihanet akşamı olmasa Semih Terzi gibiler generalken emekli albay olacaklardı. Ya da geçenlerde öldürülen teröristin düşürdüğü helikopterin arama kurtarma görevine gönüllü katılan yüzbaşıya ne oldu dersiniz? Şimdi emekli albay... Ya grubun başında Basyan vadisine inen Tuğg. Muzaffer Şen? O da emekli Korgeneral...
İkincisi yaptığı görevi bire on katarak anlatan tiptir. Savaşçı gibi davranır, ama değildir. Onun için önemli olan rütbe ve makamdır. Bir el silah patlamayan bir göreve gitsin mesela, onu yıllarca meydan muharebesi kazanmış gibi anlatabilir. Onun için önemli olan görevini iyi yapmak değil, öyle görünmektir. Tipine, imajına çok önem verir, süslüdür. Diyelim ki, hata yaptı: Bu hatanın nedeninin kendisi değil dış etkenler ya da başka biri olduğunu öyle bir anlatır ki... Tırnağı kırılsa, kolu kopmuş gibi anlatırken “keşke benimki kopaydı” diyesiniz gelir. Bunların büyük bir kısmı general olur ve önemli görevlere de gelir. Bir kaza eseri general olamamışsa, bu kez “hakkımı yediler” diye orduya kızgındır... Muharip birlik komutanlığı ya hiç yapmamıştır, ya da çok az... sıkılır çünkü, ama dolarla maaş alınan uzun süreli yurt dışı görevlerinden bir dolusuna gitmiştir, onlardan sıkılmaz hiç. Asker ile aynı mevzide hiç yatmadığı için, Mehmetçiğin doğasına da uzaktır. Çok büyük komutan olunca, mesela karargâhında koridora çıktığında, ya da lojmanına girerken ortalıkta asker görmek istemeyenlerini bile biliriz... Hatta hasbelkader bir mermi patlasa en iyi o saklanır, diyelim bir nedenle mahkemeye düştü astlarını suçlamaktan çekinmez... Bunların hiç biri olmazsa kendisi dışındakileri küçümser, şişik egosunu sığdıracağı büyüklükte bir üniforma, dizginsiz kibrine yetecek bir rütbe icat edilmemiştir henüz... Bu asker tipi siyasetçi olsa, oy almak, bakan milletvekili olmak için yapmayacağı yoktur, emin olun PKK’lıların hapisten çıkmasını bile savunur. Çünkü gerçekten savaşmadığı için onun algısında savaşa ya da vatana ilişkin bir şey yoktur. Savaş onun için harita üzerindeki kırmızı-mavi sembollerden ibaret teorik bir kavramdır o kadar. Kan kokusunu tanımaz... Kendi silah arkadaşlarını bile rakip olarak görmeye alışmıştır. Askerimsidir, ama asker değil, daha çok bürokrattır. Önü her devirde ve daima açıktır... Örnek vermeme gerek var mı, hepiniz tanıyorsunuz onları.
Üçüncüsü ise dişe damağa dokunur hiçbir şey yapmadığı halde, en kritik yerlerde, komutanların yakınlarında, karargâhlarda çalışabilen tiplerdir. Herkes bunların ne mal olduğunu bilir, ama onlar sırtını şu anlattığım ikinci tipe dayamıştır. O ikinci tipin yokunu var göstermesine, yaptığı azıcık işi büyük kahramanlık gibi satmasına yardım edenler, onların yağcılığını ve reklamcılığını yapanlardır. Yani ikinci tiple aralarında karşılıklı bir çıkar ilişkisi vardır. Onları yükseltir, onların arkasından yükselirler. Tek farkları, bunlar sofranın başköşesine değil kırıntılara taliptirler... Ama diyelim işler ters gitti, ilk darbeyi vuran da yine bunlar olur.
Savaşçılar ise bütün bu tiplerin farkındadır, ne bunlara benzemeye, ne de bunlarla mücadele etmeye çalışır. Uzaktan izler ve söver geçer... İşine bakar...

TREN

Üç asker - Resim : 2

Göz göre göre oldu bu kaza... O rayı yenileyen mühendisler bilmiyor muydu olacağını, o taşeron şirketi yönetenler, o yarım yamalak işi devlet adına kontrol edip kabul edenler ve “bu raylar üzerinde tren yürür” diye sistemi işletenler... Hiç biri bilmiyor, öngöremiyorlar mıydı?
Biliyorlardı ise toplu cinayet işlediler, bilmiyorlardı ise bundan bile daha vahim...
Ama daha da beteri, yas ilan edilmedi, yemin töreni debdebesinden vazgeçilmedi hatta “bu kaza reisin yemin törenini gölgelemeyi amaçlayan bir sabotajdı” diye komplo teorileri üretildi, bir gün sonraki, Shakira konserinden bile vazgeçilmedi güzel ülkemde...
Diyelim bu kaza iş başındakilerin bilmezliğinden oldu... Artık yeni sistem kuruldu kardeşim, boru değil.
Bundan sonra Rektör profesör değil, hakim hukukçu değil, tarım bakanı ziraatçi değil, başkomutan asker değil... Ama...
Bir yandan, Furkan vakfına ve Kedicik tarikatına operasyon düzenlenirken diğer yandan, Sağlık Bakanlığı’ndaki Menzilcileri dengelemek için İskender Paşa’cı bakan getirildi...
Hani tren, raydan çıktı ya... Bakın bundan sonra o ray yerinde kalacak mı?

DARMADUMAN

Üç asker - Resim : 3

Kabine atamaları içinde en faydalı olandı Savunma Bakanlığı ataması, mecburi idi...
Başka kim olabilirdi ki?
Ama kanunsuzdu, kendi çıkardığı KHK’lara göre bile hukuk dışıydı... Çünkü 3 nolu KHK’ya göre yeni düzenleme yapılana kadar eski sistem geçerliydi, yani YAŞ seçecek, Bakanlar Kurulu karar verecek ve Cumhurbaşkanı da onaylayacaktı. Ama Tayyip Erdoğan iki sözle yaptı atamayı...
Genelkurmay Başkanı iken çalıştığı kadrolarla bu kez Bakan olarak çalışmaya devam edecek Hulusi Akar. Kuvvet komutanlıkları da Savunma Bakanlığı’na bağlandığından, değişen bir şey pek olmayacak. Yakında Genelkurmay da bağlanacak ve konu kapanacak. Yani ona “komutanım” demeye devam edecekler. Ama emirleri, tıpkı şimdiye kadar olduğu gibi Recep Tayyip Erdoğan verecek.
Emir verecek derken, bu kez doğrudan, hem de sıralı komutanları aradan çıkararak emir verebilecek... Dahası, albayı general yapıp, generali de bir üst rütbeye çıkaracak? Bu kadar çok albayı nasıl tanıyacak da karar verecek derseniz, general olmak isteyen albayların içinde kendilerini AKP il başkanlıklarına tanıtanlar ya da ne bileyim daha önce yazdım ya Cuma namazlarında “kazara kimliğini düşürenler” hep bir adım önde olacak... Zaten Harp Okullarına girişte mülakatın ağırlığının yüzde 50’ye çekilmesi ve beş kişilik mülakat heyetlerinde sadece bir, en çok iki asker bulunması, gelecekte terfi bekleyecek komutanların profili hakkında bir fikir sahibi olmamıza da yetecektir.
Ama... Sakın buraya kadar yazdıklarımdan, aklınıza bütün bu resmin sorumlusunun RTE olduğu gelmesin... O, bir sebep değil, sonuçtur.
Türk Ordusu’nda sistem sorunu AKP iktidarı ile başlamadı.
Generallikte siyasi müdahale eskiden beri vardı, bu şahikası oldu. Liyakat sorunu eskiden beri vardı, şimdi beteri gelecek. Hulusi Akar’ın, ondan önceki ya da sonraki Genelkurmay Başkanlarının özgeçmişlerine bakın... Muharip birlik komutanlığı süreleri yok denecek kadar azdır. Çoğu takım komutanlığından sonra kıta yüzü görmez, gördükleri kıtalar da genellikle tatbikattan başka zamanlarda silah tutmayan batı birlikleridir.
Çoğu gerçeklerden kopuktur. Unutmam hiç, Şemdinli Komando taburuna kurmay bir Tb. K’nı atadılar, adam araziye helikopterle buz istiyordu, dolma, sarma istiyordu. Şemdinli’ye geldi, ilk yayımladığı emirlerden biri “tankla piyadenin müşterek harekatında emniyetli atış mesafesi” hakkında idi... Adam Harp Akademisi’ndeki sınıfında kalmış hâlâ, Şemdinli Komando Taburu’na gelmiş, ne tankı ne piyadesi, haberi yoktu... Hemşirelere hava atacağım diye Gomane Tepe’ye MK-19 atışı yaptırırken, az daha bir jandarma komando timini telef ediyordu, zor durdurdular. O kadar çok rezalet var ki, tanık olduğum, anlatmayayım şimdi... Düzeltmek için gereken kararlılığı gösteremedi komutanlarımız...
Mesela 28 Şubat...
Rıza Zelyut üstadımız, bunu da “Amerika’nın bir oyunu” diye yazmış ya... ah ne büyük yanlıştır politik açıklamasını yapamadığımız olayları bir komplo teorisine bağlamak... Rıza Zelyut gibi bir kıdemli gazeteci nasıl yapıyor bunu? Tam tersi, 28 Şubat ABD’ye ve güdümündeki tarikat yapılanmalarına karşı bir arınma hareketidir. Ben içeriden tanığım olan bitene... 28 Şubat başarılı olsa 15 Temmuz olmayacaktı.
Bakınız baştan sona haklı çıktı o kararlar... Ama kardeşim, ya uygulama?
Benim tanıdığım isimler vardı, Menzil şeyhine bağlanmış, onun dergâhına kapılanmış, mürit olmuş, birbirlerine “”sofi” diye hitap eden... Milleti elinden tutup Menzil’e ya da başka bir cemaate götüren simsarlara bir şey olmadı da onların peşine takılan garibanlar atıldı. Haklarında “irticai faaliyet” dosyaları hazırlanırken, pek azında bu tarikatlarla ilişkisinin somut kanıtları vardı. Çoğu başörtüsü ile suçlandı. Çünkü böylesi kolaydı, adamı takip etmeye kanıt toplamaya gerek kalmıyordu, üstelik bunların içinden kazanılabilecek olanlar vardı, ayıklanabilir, kazanılabilirlerdi. Kardeş kadar yakın olduklarım vardı, onların peşine takıldılar safiyane.
Adamı, bir derneğe/tarikata/tekkeye mürit olmakla suçlayarak ihraç edersen haklı olursun, ama “eşinin başı örtülü” diye ihraç edersen haksız olursun. Bu da AKP gibi bir proje partisinin kurulması için ABD’ye uygun ortamı sağlar... Ama az önce anlattığım araziye buz isteyen tiplerin karar verici olduğu birliklerde bu yapılabilir miydi?
Türk Ordusu, bu kahramanlar yatağı... değil üniformasını giymeyi, kapısına gelmeyi hak etmeyen kişileri nasıl yetiştirdi okullarından? Hulusi Akar 1972 yılında Harp Okulu’ndan mezun olduğunda Genelkurmay Başkanı, 12 Mart’ın mimarı Memduh Tağmaç, ondan sonra da Faruk Gürler idi... 1982’de Harp Akademisi’ni bitirdiğinde Genelkurmay ve Devlet Başkanı 12 Eylül Amerikancı darbesini yapan Kenan Evren idi... Hozat’taki İç güvenlik tugayına atandığında 28 Şubat süreciydi, o sırada Genelkurmay başkanı, mahkemede “batı çalışma grubundan haberim yok” diyen Karadayı idi... Hulusi Akar 2002’de Harp Okulu Komutanlığına atandığında Genelkurmay Başkanlığı’na da Hilmi Özkök gelmişti. Hatırladınız mı, askerlerimizin kafasına geçirilen çuvallar için “pratik bir çözüm” demiş, Kara Kuvvetleri armasından Büyük Hun’ları çıkartmaya çalışmıştı.
Meşhur Dolmabahçe toplantısı ile malül Büyükanıt Paşa zamanında Korgeneral, hepinizin bildiği Necdet Özel beyefendi zamanında da Orgeneral oldu Hulusi Paşa. O helikoptere binip Abdullah Gül’ün yanına nasıl gidebildiğini sanıyorsunuz?
Şimdi kardeşim... Bütün bu adamları bu sistem mezun etti. Eğer bir “hiyerarşi darmaduman oldu” tartışması yapacaksak ve bunun faydalı olmasını istiyorsak, işte buralardan başlayacağız konuşmaya... Şimdi bana “YAŞ bile ortadan kalktı” diye kızanlar çıkabilir, boşa kızarlar, o YAŞ’ı zamanında Tansu Çiller’e, Özal’a, en sonunda da FETÖ savcılarının insafına terk eden afralı tafralı komutanları hangi sistem üretti? “Tak söyler, şak yaparım” diyen Tak-şak paşaları unutarak bugünü izah edebilir miyiz?
İyice dibe vurmadan, çıkış olmayacak, bu besbelli. Onun için Tv’de de söylediğim gibi, karalar bağlamıyorum, çünkü hastalığı ve tedavisini biliyorum... Az daha zaman hele... Az daha...

Yazarın Önceki Yazıları Tüm Yazıları