Yüzey dalgası
İrili ufaklı her seçim referanduma dönüşüyorsa ortada ciddi bir rejim sorunu var demektir. İstanbul seçiminde adaylar ya da siyasî partiler değil, mevcut rejimin devamından yana olanlar ile değişmesini isteyenler karşı karşıya geldi. Seçim faaliyetinin alanı yerelin sınırlarını aşarak ülke sathına yayıldı.
Yine her seçim öncesinde olduğu gibi, müthiş bir “demokrasi” rüzgârı esti. Aslında buna “serbestiyet” demek daha doğru olur. Abdullah Öcalan da aynı fikirde. İmralı’dan verdiği demeçte, “daha çok demokratik halk eylemliliklerinin geliştirilmesi gerekiyor” buyurdu ve yeni bir çözüm süreci isteyerek, görüşme kanalları “tamamen kapanırsa [bu] herkes için yıkım getirecektir” diye tehdit etti. AKP’nin yarattığı bu serbestiyeti, “Kürdistan, Lazistan” laflarıyla birlikte seçim yatırımına indirgemek yanlış oldur. Türkiye İttifakı bileşenlerinin önümüzdeki günlerde, karşıtlarıyla birlikte netleşeceği anlaşılıyor.
Seçim serbestiyetiyle birlikte bazı arkadaşlar tarihimizle hesaplaşmak için saklandıkları yerlerden çıktılar ve tarihin tozlu raflarında sayfa karıştırmaya kaldıkları yerden devam ettiler. Tunceli’ye Dersim deme rezaletinden sonra, Bitlis Belediyesi şehrin girişine, üzerinde Türkçe, Kürtçe ve İngilizce “Bediüzzaman Said-i Nursî’nin Şehri Bitlis’e Hoşgeldiniz” yazılı bir tabelâ asmaya kalkıştı. AKP’li Nurettin Canikli ile CHP’li Ekrem İmamoğlu, Topal Osman’ın bir kahraman olduğu görüşünde birleşirken, Garo Paylan onun bir katil ve “talancı bir çete lideri” olduğunu söyledi. Sosyal medya bağımlılarından, Enver Paşa’ya, İttihat ve Terakki’ye küfürler, hakaretler başladı. Yakında birilerinin çıkıp Şeyh Said’in bir demokrasi kahramanı olduğunu söylemesini, “Seyit Rıza onurumuzdur!” diye slogan atmasını bekliyorum. Bir Yunan gazetesinde çıkan basit bir haberden hareketle “Pontus Devleti” tartışması başlatıp, soykırım muhabbeti yapmak tek kelimeyle utanç vericidir. Bu kadar gevşek olup, ağzınıza konulan her sakızı çiğnemek zorunda mısınız?
Emperyalizmin, sosyalist sistem çöktükten sonra insan ve yurttaş haklarını unutturarak, yerine bir etnik ve dini özgürlükler paketi sunması, üzerine de “demokrasi” etiketi yapıştırması çok etkili oldu. Faşizmin icadından bu yana kapitalist ideolojinin en büyük buluşu üretim ilişkilerinin sorgulanmasına imkân vermeyen etnik ve dinî bölücülüktür. Toplumsal sınıfların varlığı, sınıf mücadelesi ve yurttaşlık hakları, etnik ve dinî grupların Devlet’e ve birbirine karşı verdikleri mücadelenin gölgesinde neredeyse gözden kayboldu. “Tarihimizle yüzleşelim” arzusunun kökeni de buradadır. Kendi etnisitenize, mezhebinize ve meşrebinize göre tarihinizle yüzleşir, onu yeniden yazarsınız. Düveli muazzama size her türlü argümanı ve cephaneyi paket hâlinde sunar. Ulus-devlet’i yok etmenin altyapısı böylece oluşur. Laiklik ilkesi ve yurttaşlık bilinci bu yüzden önemlidir.
Böyle şeyler naturası sağlam olmayan ya da gaflet, dalâlet, hatta hıyanet yüzünden zayıflatılmış ülkelerde olur. Devlet’in başındaki şahsın, “Otuz altı etnik grubun hepsi anâsır-ı İslâmdır” sözü Türkiye’de bir karşıdevrim ilanıydı. Bu karşıdevrimin getirdiği rejim meşru kabul edildi. Şimdi bu rejimin yarattığı iniş çıkışları, gelgitleri yaşıyoruz. Orkestranın çeşitlemelerine göre farklı koro grupları seslerini yükseltiyor.
Yeniden İstanbul seçimlerine dönecek olursak, sonuç ne olursa olsun, AKP’yi dağıtacak kadar şiddetli bir yüzey dalgasının harekete geçtiğini görmek gerekir. Bu yüzey dalgasını Sayın İmamoğlu ve ekibinin yarattığını sanmak büyük bir yanılgıdır. Dalgayı yaratan, geniş bir halk kitlesinin, hatta vicdanlı ve dürüst AKP’lilerin bile, Türkiye’yi yöneten ekibe olan güvenini kaybetmiş olmasıdır. Bu dalga Saray’ın duvarlarını zorlayacak ve çok daha yıkıcı bir dip dalgasına dönüşecektir. Hiçbir kitle hareketini karşı saflara terk edemeyiz. Dış müdahale ve Turuncu Devrim paranoyasını bir yana bırakarak kitlelere güvenmek, halkın taleplerini politik hedeflere yöneltmek gerekir. Kuvvetler ayrımı ilkesini temel alan sahici bir laik parlamenter sistemin kurulmasına, millî mîsâkın yeniden tanımlanmasına, her türlü ümmetçi ve ayrılıkçı anlayışa karşı ulus-devlet’in hiçbir sorgulamaya yer bırakmayacak şekilde güçlendirilmesine ihtiyaç var. Sonrasına bakarız.