Türk kadınında kimlik-2: Batı erkekle kadını birbirine düşman ediyor
Türk kadını, kadınların da akılsızca desteklediği bu ilkelliklere layık değildir. Ne akıl ve düşünce düzeyiyle ne erkeğinin onu bu düzeyden dışlaması ve yok saymasıyla ne de ulusal kimliğiyle hiçbir zaman yalnızca “dinsel-cinsel özelliklerine” köle yapılacak bir kadın değildir.
Türk kadını, Atatürk Medeni Kanunu yasalaştırmadan önce de düşünsel, toplumsal ve yaşamsal varlığıyla ve erkeğiyle omuz omuza ortadaydı. Savaşta da barışta da! Bu durumun yasallaşması, yalnızca halksal özelliklerin eşitlenmesi, yerel özellikleriyle sınırlandırılan halk kadınının kentli kadınla eşitlenmesi açısından büyük önem taşımaktadır. Türk kadını, halksal özelliklerini benliğinde birleştirerek toplumsal kentli kimliğini oluşturan kadındır. Bu toplumsal kimlikte, dinsel özelliğiyle düşünselliği, yaratıcılığı, becerisi, yaşamsal varlığı, insan oluşunun içinde ve iç içe yer alır.
EVDEKİ ‘AV’
Burada önemli olan, kadınımızın halksal bir özellik olan dinsel yanının, kendisi eliyle değil erkek aracılığıyla öne itilip öbür özelliklerinin yok sayılmasıdır. Yani Türk kimliğini taşıyan Türk erkeği, bir anlamda kendini Türk sayarken kadına halksal özellikleri açısından bakıyor. Ona bunu dayatıyor. Bu, onun işine de geliyor. Çünkü bütün başka özellikleri yok sayılıp yalnızca dinsel özelliği öne çıkarılan kadın kimliği, kafasına doladığı türbanıyla birlikte aklını, becerisini, toplumsal kişiliğini yok sayarken, erkeğin kendisine sakladığı akıl hakkını da onaylamış oluyor. Dinsel anlamı olan giyim kuşam özelliği; bir anlamda yöresel yemek özellikleri gibi kadında kimlik, Türk kadını kimliği yerine geçerek daraltılınca erkek kendi kimliğini akıl, düşünce, beceri yönünden pekiştirip öne çıkardığını sanıyor. Yani erkeğin, yine halksal geleneksel bir özellik olan ve kadını akıl, düşünce yönünden eksik sayma özelliği, erkek kimliğinde başat konuma geçiyor ve onun da ulusal, akılcı kimliğini zedeliyor. Dolayısıyla çağdaş Türk erkeği tanımıyla birlikte Türk ulusu tanımı da bozuluyor.
Ama kimin umurunda? Çünkü Türk erkeğinin halksal özelliği de işte bu: Kadını dinsel özelliği içindeki namus- cinsellik bakış açısına mahkûm etmek de erkeğin halksal- geleneksel (feodal) özelliği. Bu ayrıca Türk erkeğinin kadınına, yalnızca bedensel açıdan bakmasının da bir parçasıdır. Kadın, erkeğin gözünde salt bedendir, aşk ve cinsellik aracı olarak ettir: Dahası giyim kuşamla da, başörtüsüyle de çok fazla bir ilişkisi yoktur bu bakış açısının; tüm dünyanın başına belâ olan bir erkek özelliğidir. İster başı kapalı olsun isterse açık, kadın erkeğin gözünde bu anlamı taşımaktadır: Evdeki koyun; yani kuzularını otlatan ve doyuran koyun ve dışarıdaki avlanmaya hazır güzel gözlü karacalar. Erkek ikisinden de et olarak yararlanmaktadır. Halksal da değil ilkel özelliklerinden kurtulamamış bu bakış açısıyla kadına, ev içi anlamıyla da ev dışı anlamıyla da yalnızca bir “av” gözüyle bakmaktadır. Evdeki başını bağlamış, dışarıdaki açmış, erkek için ne fark eder? İkisi de aynı anda onun avlanma alanıdır. Kadın kadındır ve çağdaş geçinen için de geleneksel olan için de avlanacak, yenilecek ettir. Yalnız bunu, çağdaş geçinen erkek kadını mutlu etmek adına yaptığını, geleneksel ise namus bekçiliği için yaptığını öne sürer. Evet, kadın ettir: Çünkü onun bir beyni yoktur, olsa da ne işe yarar? Erkekler dünyasına yaranmaktan, orada yer kapmaktan başka! Çünkü beyin, erkeğin tekelindeki Allah vergisi bir özelliktir! Bunun için erkek, kadını yalnızca bedensel, cinsel açıdan mutlu etmeye bakar. Kadının kafası erkeğin bir işine yaramaz. Çünkü işine gelmez. Akıllı kadını iter, aşağılar. Bu yüzden kadını yalnızca cinsel doyumla mutlu olabilecek bir yaratık sayar.
GELENEKSEL BAKIŞ AÇISI
Bu yanlış, ilkel ve geleneksel bakış açısı, bugün ülkemiz insanının da dünya halklarının da elini kolunu bağlıyor. Çünkü kadın akılca, düşünmekten uzaklaşarak sustuğu ölçüde erkek konuşabiliyor. Kadın akıl yerini erkeğe verdiği için erkek var olabiliyor. Kadında dinsel (ve mistik/ duygusal) özelliğin öne çıkarılması, akıl özelliğinin geri çekilmesine ve yerinin erkeğe bırakılmasına neden oluyor. Bu, erkeğin yücelmesini, akılsal özelliğiyle güç kazanmasını sağlar gibi gözüküyor. Çünkü bu durum erkeğin gücünü değil, gerçekte güçsüzlüğünü sağlıyor. Akıl, ortak bir biçimde işletilirse ancak verimli olur: Kadının akılsal özelliğinin geri çekilmesi kölelik durumunu yaratıyor, erkeği de yalnız bırakmış oluyor. Erkek, çağdaş çok yönlü kimliğini oluşturmakta güçsüz kalıyor. O da başka güçlere köle oluyor. Bence kadının erkeğe karşı tavır ortaya koyması işte bu noktada gerekir.
Halkların dinsel, etnik, dilsel, tarihsel özelliklerinden birinin ya da birkaçının öne çıkarılıp, dahası ülkemizde olduğu gibi erkeğin geleneksel, ilkel bakış-açısından yararlanılarak dinsel özelliğin kadın aracılığıyla başat kılınıp tüm Anadolu halklarının demokratik, eşitlikçi, özgürlükçü haklarına egemen oluşu; evrensellik ya da küresellik adına ulus devlet kavramını yıkmak için kullanılıyor. Kaldı ki kadının kapalı biçimde erkeğe bir nesne, bir et olarak sunuluşu, halksal geleneksel özelliklerin de ötesinde düpedüz ilkellik, mağara yabanlığıdır.
Ben önce kadınlığım, sonra da Türk kadın kimliğim adına, erkeklerin kadınlara kapalı cinsel namus ya da açık cinsel mutluluk aracı kimlikler olarak bakmalarından ve kadınları, salt cinsel doyumla mutlu olan koyunlar, karacalar olarak görmelerinden utanıyorum. Ben, bu ilkel ve geleneksel halk özellikli bakış açısını, kapitalist düzenin çıkarı için şövalyeliğe soyunarak gerçekte tüm insanlığa dayatan Amerika’nın, kadınımıza dinsel kostüm giydirip erkeğiyle birlikte kendisine kukla yaptığı hükümetlerden utanıyorum. Dahası bu kukla kimliğe, Anadolu kadınının dinsel doğurgan özelliğinin simge seçilmesi yüzünden, Türk kadını kimliğimi aşağılanmış hissediyorum. Erkeğin kendini Batının kuklası yaptığı ama bu durumunu kadının dinsel cinsel özelliği arkasına sakladığı aşağılık (kadın boğazlayan) kimliğinden utanıyorum. Kadınımızın düşünsel kişiliğiyle erkeğine başkaldıramayan, bunun yerine aptalca erkek düşmanı ya da kölesi olan ilkel cinsel kimliğinden utanıyorum.
AMERİKAN SOSU
Ama erkek ülkemizde böyle de, Amerika’da başka mı? Hayır! Federatif ulus devlet biçimiyle övünen Amerika’da bugün; demokratik haklar çerçevesinde öne itilen halksal, geleneksel, ilkel özelliklerin toplumda öne çıkarılmasıyla birlikte bu federatif yapıyı ayakta tutan 1789’la eşit Amerikan yasasının geldiği konuma o toplum güzel bir isim takmış: “Halk salatası üzerine Amerikan sosu” diyor artık anayasası için… Ne diyelim? Amerikan hükümetinin, kapitalist şirketlerinin çıkarları uğruna kendi ulusal ve kendi toplumsal (ırkçılık ve kadın hakları açısından) yapısını da hiçe saydığı, artık ortada!
Şu ünlü filozof Huntington’ın, adına “uygarlıklar çatışması” dediği, gerçekte halkların dinsel, dilsel, tarihsel, geleneksel, etnik özelliklerinin körcesine çekişmesinden başka bir şey olmayan tanımının dayandığı bugünkü dünyasal durumun da, kanımca Atatürk’ün ulus devlet olarak tanımladığı “halkların ruhunun bir potada birleşmesi”nin dünyaca anlaşılamadığını düşünüyorum. Bundan ülkemizce de sapıldığı için tam bir “ilkellikler çatışması”na dönüştüğüne inanıyorum. Türk kadınının da (İstanbul Sözleşmesi gibi toplumumuza Batı kaynaklı, erkekle kadını birbirine düşman eden faşizan el atmalarla) getirilmek istendiği durumu zaten bu kapsam içinde görüyorum. Ama yine de inanıyorum ki Türk kadını, kadınların da akılsızca desteklediği bu ilkelliklere layık değildir. Ne akıl ve düşünce düzeyiyle ne erkeğinin onu bu düzeyden dışlaması ve yok saymasıyla ne de ulusal kimliğiyle hiçbir zaman yalnızca “dinsel-cinsel özelliklerine” köle yapılacak bir kadın değildir Türk kadını. O bunu, en kısa zamanda toplum önünde erkeğine kanıtlayacaktır. Ona düşman olmadan! 18 Nisan 1923 tarihinde, İsmet İnönü’nün yanında, Lozan görüşmelerine çarşafsız ve yüzü açık olarak katılan ve 1927 Şubat’ında, Pembe Köşk’te ilk kez verilen Cumhuriyet Balosu’nda ve daha sonra da halkın arasında başı açık yer alan ama dindar özellikleri herkesçe bilinen Mevhibe İnönü’yü burada saygıyla anarken, bugünün Türk kadınının da, Atatürk’ün ve Türkiye Cumhuriyeti’nin ona sağladığı yasal haklara dayanarak gerçek kimliğini ve gücünü göstereceğine yürekten inanıyorum.
YAZININ İLK BÖLÜMÜ İÇİN TIKLAYINIZ