Metalaşan hayvan sevgisi ve yalnızlaşan insan
Hayvan sevgisi, doğa sevgisi insanı insan yapan değerlerdendir. Hepimiz hayatının bir döneminde evde ya da bahçede hayvan beslemişizdir. Hayvan sevgisi birçoğumuzda çocukluktan itibaren gelişen bir duygudur. Özellikle köylük yerlerde herkesin bahçesinde bir köpek vardır. Kapısının önünde süt verdiği bir kedi vardır.
Bilinç sahibi olmak, kendi varlığının farkında olmak bizi diğer hayvanlardan ayırır. Dolayısıyla bir hayvanın doğa sevgisinden ya da bir bitkinin hayvan sevgisinden bahsedemeyiz. Ancak bir insanın hayvan sevgisinden ya da doğa sevgisinden bahsedebiliriz. İnsan bilinç sahibi olduğu için hayvanı korur, çevreyi-doğayı güzelleştirmeye çalışır.
Hayvan-doğa sevgisi insanı insana daha fazla yakınlaştırır. Ancak Neoliberalizm bu sevgiyi pazardan alınıp satılan bir meta haline getirmiştir.
İNSANIN DÜNÜNÜ VE YARININI YOK ETMEK
Neoliberalizm insanlık düşmanı bir ideolojidir. İnsanlara tekil olarak düşmanlığın ötesinde insan varlığının geçmişinden geleceğine kadar tamamına düşmandır. Dolayısıyla insana karşı uyguladığı şiddet yalnızca kaba şiddete dayanmaz.
İnsanı bugün yok etmek için kaba şiddet tek başına yeterli olabilir. Ancak dününü ve yarınını yok etmek için kaba şiddetten daha fazlasına ihtiyacınız vardır.
Örneğin emperyalizm, Türk devrimini bu topraklardan söküp atmak için önce kaba şiddete başvurdu. Ancak yeterli olmadı. Türkiye’nin dününü, yani bağımsızlık birikimini, ve yarınını, yani devrim potansiyelini, yok etmek için örtülü şiddete başvurdu. Türkiye’nin eğitim sistemini alt üst etti. Fabrikalarını kuruttu. Üreticisinin sırtına bindi. Gençliğini zehirlemeye çalıştı. AB Türkiye Temsilcisi Karen Fogg bunu zamanında “Türk gençliğini milli kimliğinden koparmamız gerekiyor” diyerek tarif etmişti.
İdeolojik hegemonya olarak tarif edebileceğimiz bu dünü ve yarını yok etme operasyonu 1970’lerden sonra insanın kendisine yabancılaşması olarak vücut buldu. Eşcinselliğin bir ideoloji olarak meşrulaştırılması ve kimlik siyasetiyle birleştirilmesi, milli kültürü reddetmenin bir marifet olarak görülmesi, aile-toplum ilişkilerindeki yozlukların normalleştirilmesi, hayvan tapıncı, çevre-doğa tapıncı bu yabancılaşma rüzgarının bir ürünü olarak toplumumuza girmiştir.
İNSANI YALNIZLAŞTIRMA OPERASYONU
İnsanlığın en büyük düşmanı olan Neoliberalizm, milli devletlere karşı uyguladığı “böl-parçala-yut” taktiğini insana karşı da uygulamaktadır. Aileyi parçalamaktadır, arkadaşlığı parçalamaktadır, komşuluk ilişkilerini parçalamaktadır, bir arada yaşama iradesini parçalamaktadır. İnsanı köşesine itip yalnızlaştırarak yutmaya çalışmaktadır.
Neoliberalizmin kurmaya çalıştığı ideolojik hegemonya karşımıza en açık şekliyle insanın yalnızlaşması olarak çıkmaktadır. Yalnızlaşan insan artık insan değildir. Bir siluetten ibarettir.
Aristo’ya göre “insan toplumsal bir hayvandır.” Yalnızca toplumsal varlığıyla açıklanabilir. Toplumun, sosyalliğin dışında bir insan, insan olmaktan da uzaklaşarak yalnızca bir görüntüye, bir siluete dönüşmektedir.
Neoliberalizm de insanı toplumun dışına iterek insanlıktan çıkarmayı, yalnızlaştırmayı, köşesine itmeyi hedeflemektedir.
İnsanın yalnızlaşmasını şüphesiz ki boş bir alanda kalması olarak tarif etmiyoruz. İnsandan uzaklaşması olarak tarif ediyoruz.
NEOLİBERALİZM BOŞLUK TANIMIYOR
Neoliberalizm yalnızlaştırdığı insanı boş bir alana hapsetmiyor. Uyuşturucu bağımlısı yapıyor, bilgisayar oyunu bağımlısı yapıyor, alkol-kumar bağımlısı yapıyor. Vaktini bunlarla dolduruyor.
Peki insandan kopan insanın duygusal açlığını, güdü açlığını neyle dolduruyor? Bir hayvana aşırı bağlanmayla dolduruyor. Çevreye-doğaya aşırı bağlanmayla dolduruyor. Bir eşyaya aşırı bağlanmayla dolduruyor.
İnsandan uzaklaşmaya sebep olan bir hayvan tapıncı(hayvan sevgisi olarak tarif etmek yeterli değil), doğa tapıncı insanın varlığıyla çelişen bir durumdur. İnsandan uzaklaşan hayvan sevgisi ya da doğa sevgisi, hayvan tapıncına ve doğa tapıncına dönüşür. Sevgi de ortadan kalkar böylelikle.
Neoliberalizm yalnızlaştırdığı insanı aşırı hayvan sevgisiyle, aşırı doğa sevgisiyle o fanusun içinde tutar. İnsandan uzaklaşarak duygusal boşluğa düşen insan bu boşluğu hayvan tapıncıyla, doğa tapıncıyla gidermeye çalışır. Bu durum aslında kendine ve diğer insanlara yabancılaşan insanın kendi vicdanını tatmin etmesi dışında bir şey değildir.
METAYA DÖNÜŞEN HAYVAN SEVGİSİ
Kendine yabancılaşan insanın hayvan tapıncı, aslında metaya dönüşen hayvan sevgisinin adıdır. Bu hayvan tapıncının gerçek hayvan sevgisiyle uzaktan yakından alakası yoktur. Etrafımızda bebek elbisesi giydirilmiş kediler görüyoruz. Kuaföre götürülen süs köpekleri görüyoruz.
Bu bir hayvan sevgisi midir yoksa sevginin metalaştırılması mıdır? Bu gerçekten de bir hayvana yardım edilmesi midir yoksa insanın kendi duygusal açlığını tatmin etmek için hayvan sevgisini meta olarak kullanması mıdır?
Bu sevgi sunidir, yapmacıktır ve bir endüstrinin ürünüdür. Pazarda üretilir ve hayvanın üzerine giydirilir.
Pir Sultan Abdal’ın “öküzün damını alçacık yapın, yaş koman altına kuruluk sepin, koşumdan koşuma gözlerin öpün, irençberler hoşça tutun öküzü” diyerek betimlediği hayvan sevgisiyle evinde beslediği süs köpeğini kuaföre götürüp bebek kıyafetleri giydiren sevgi arasında ciddi bir fark vardır.
Hayvan tapıncının, doğa tapıncının hiç şüphesiz psikolojik bir boyutu var. Hayvanlara elbise giydirerek AVM gezdirmenin sağlıklı bir insanın yapabileceği bir şey olduğunu kimse söyleyemez. Ancak bugün bizi daha fazla ilgilendiren şey bu psikolojik rahatsızlığın ötesinde bu durumun, insanın varlığını sürdürmesini tehdit etmesidir.
“İNSANA DAİR OLAN HİÇBİR ŞEY BANA YABANCI DEĞİLDİR”*
Dünyadaki iyilik ve güzellikler insan elinin ürünüdür. Dünya daha iyi bir yer haline gelecekse ancak insan sayesinde gelecektir. Hayvanları ve doğayı da yine insanlar kurtaracaktır. İnsanın yok edilmeye çalışılması, insana yabancılaşmanın pohpohlanması aslında hayvanın ve doğanın da yok edilmesinin önünün açılmasıdır.
İnsana dair olmayan hiçbir şeyin yanında değiliz. İnsanın karşısında olan her şeyin de karşısındayız.
*Kartacalı Terentius