Korku şiire düşman ya da şairlik cesaret işidir!
Ortaöğrenim yıllarımda yaşamıma egemen olan iki önemli uğraşı vardı: Şiir yazmak ve resim yapmak. Bunların yanı sıra bir de fotoğrafla ilgileniyor ve hem doğa insan fotoğrafları çekiyor hem de onları okulumuzun iş salonu içindeki karalık odada tabediyordum. Bana sanat konusunda ilk dersleri veren ressam Fuat İğdebeli Hocam, o günkü şiirlerimi, resimlerimi beğeniyor ve genç bir sanatçı adayı olarak bana, her fırsatta cesur olmamı öğütlüyordu.
Büyük sanat için uğraş veren herkesin sahip olması gereken en önemli duygu cesaretti, yani korkusuzluktu. Gerçek bir sanatçı olarak iyi, kalıcı, etkili bir şeyler yapmak istiyorsak, mutlaka cesur olmalıydık. Korkaklardan şair, sanatçı olmaz. Gerçeklerden kaçan, kendini sakınan, kendi nefsini kayıran insan, ayakta dik duramayacağı ve bir şekilde zora baş eğdiği, yere çömeldiği için gerçeği sanat diliyle savunamaz.
KORKU GERÇEĞİ ÇÜRÜTÜR
Şairin “yaratıcı eylem süreci”nde korku duygusuyla ilişkisi, birbirini bütünleyen iki ayrı boyutta gelişir: Birinci korku boyutu yaratıcı eylem sürecinin doğrudan özüyle ilgilidir. Korku dalgası öze müdahale eder, onu olumsuz etkiler, çürütür. Bu, toplum üzerinde var olan baskıların, şairde yol açtığı genel korkudur. Buna özel olarak sanatçı (şair) üzerinde uygulanan yıldırma, sindirme biçimlerini de eklemeliyiz. Gizli ya da açık, doğrudan ya da dolaylı müdahalelerle öyle bir korku ortamı yaratılır ki bu süreçte şairin yaratma eylemi ya dolaylı yollara sapar, ya etkisizleşir ya da bütünüyle ortadan kalkar.
İktidara karşı kesimler üzerinde yaratılan korku ve yılgınlık duygusu, şairde, fazlasıyla ortaya çıkar. Karşılaşılan baskı bazı durumlarda şairi felç eder. Şair, yaşadığı olayların üzerine cesaretle gidemez, üstlendiği sanatçı sorumluluğunu yerine getiremez. Bu nedenle de yaratıcı eylemin özünü yaşamın gerçekliği içinde yakalayamaz. Çünkü korkuya kapılan şairin yaşamı kısırlaşır ve toplumdan yavaş yavaş uzaklaşarak önce kendi kutsal odasına, sonra da kabuğuna çekilir. Bireysel kalp atışları toplumun kalp atışlarını bastırır. Kendine, sanatına, yurduna yabancılaşır.
KENDİ KENDİNİ ALDATAN ŞAİR
Sistem, bu aşamada şairi başarıyla toplum dışına öteler, kovar. Ama ne yazık ki şair çoğu zaman bunun ayırtında bile değildir. Bazı şairlerse sürüklendikleri bu dışlanmadan memnun bile görünürler. Hatta böyle olması gerektiğini düşünerek büyük sanat yapacaklarına ve bu yapılan sanatın da ancak gelecekte anlaşılacağına inanarak kendilerini aldatırlar.
Giderek bulundukları konumu neredeyse, (hiçbir işe yaramayan bu kaba-saba halkın dışında yaşamaya zorunlu kılınmış) sürgün duygularıyla “idealize” etme çabasına girişirler. Ardından sanatın toplumsal sorumluluğunu ve şiirin toplumsal özünü ret ederler. Bu nedenle de kendi kişisel acılarını, felaketlerini, sevinçlerini vb duygularını toplumsal bütünlükle buluşturamazlar. Şiir için çok değerli olan küçük kişisel yaşantılar, sıkıntılar, öfkeler vb. deneyler toplum-birey diyalektiğinden kopar, evrensele ulaşamadan kendi dar alanına hapsolur ve çürümeye başlar.
Yaratıcı eylem sürecinde yaşanan diğer korku boyutu, şiirin özüne etki eden korkuya bağlı olarak, bu kez şiirin biçimi üzerinde etkilidir. Gerçek sanatçı, yaratıcı eylem alanına yenilikler, yeni biçimler getiren kişidir. Şairin bunu cesaretle gerçekleştirebilmesi için hem güçlü bir yaratıcı isteğe hem de kendi alanında yetkin bir donanıma sahip olması gerekir. Fakat yukarda sözünü ettiğimiz korkuya yenilen şair, toplumsal mücadelenin ya da var olma mücadelesinin dışına düşer ve şiirsel özden uzaklaşıp başka yollara sapar. Özü elden kaçırdığı ya da ikinci plana attığı için yaratıcı eylem salt biçime bağlı denemeler, biçimsel ilginçlikler yönünde mutlaklaşır.
ŞAİRİN FELAKETİ
Türkiye’de çok yönlü psikolojik korku makineleri gece gündüz çalışmakta ve yılgı, güvensizlik, kaygı, umutsuzluk üretmektedir. Emperyalizmin tam teçhizatlı kültür-sanat birlikleriyle kuşatılan şair, bu saldırıları göğüslemekte henüz isteksizdir. Hatta bazı şairler, ne yazık ki, ABD ve AB işbirlikçisi çevrelerin, sanat aristokratlarının küreselci hedefiyle, Türkiye’yi parçalayan, kurumlarını yabancılara satan politikalarıyla bütünleşmiştir. Bu bütünleşme son dönemde PKK seviciliği olarak yansımaktadır. Böylece şair kendi milletinin milli müdafaasına yabancılaşarak ABD bandıralı gemilerin tayfaları arasına karışır.
Topluma yayılan korku dalgalarıyla her gün boğuşması, işgale, ihanete, zulme başkaldırması gereken şair, korkusunu küresel iktidar saflarına kayarak yenmeye çalışır. İşte Şairin felaketi buradadır. Türk aydınlarına ve vatansever subaylarına karşı yürütülen NATO FETÖ Ergenekon kumpasına karşı ortaya koyduğumuz direnişin sanatçı cephesinin uzun yıllar sözcüğünü yaptım. O yıllarda, “Yurtsever aydınlar serbest bırakılsın!” başlığıyla yayınladığımız bildirilerin altına 400’ü aşkın vatansever aydın, yazar, sanatçı imza koyarken, telefonlarıma çıkmaktan korkan şair ve sanatçıların ruh hallerine tanık olmanın beni ne denli üzdüğünü anlatamam.
CESARET ŞAİRİ ÖZGÜRLEŞTİRİR
Şairin kalıcı, yararlı bir şeyler yapabilmesi için, yakasını korku duygusundan kurtarması gerekmektedir. İyi, kalıcı sanat için değer biçilemez olan cesaret duygusu, sanatçıya kendini en parlak şekilde ortaya koyma gücü verir. Korkan şairse, şiirin derin yatağından, gerçeklikten ayrılır, yalana dolana sapar, sahte şöhret çamuruna batar. Dostoyevski, haklı olarak, korkunun yalan doğurduğunu söyler. Yalanla ve kaytarmayla da gerçeği yakalayamaz, şiire ulaşamazsınız. Cesaret şairi özgürleştirir, korku köleleştirir. Şiir, korkunun bittiği yerde başlar!
Şairlerimizin ve edebiyat kurumlarımızın 2021 Yunus Emre Yılında böylesine derin bir suskunluğa gömülmeleri ibret vericidir. Türk şiirinin yakalandığı sanatsal felç göz önüne alındığında, bunları düşünmek ve yazmak yetmez, ortaya daha fazla tartışma ve daha fazla sanatsal eylem koymak gerek.